Erkin Koray- Tek başına
Zaman hep hızlı akıp yaşananların izini kolay silerdi de o dönemler daha aceleciydi bu konuda. Her gün yepyeni olaylar, kavgalar, haksızlıklar ve zorlaşan yaşam koşullarıyla insanlara kolay unutturuyordu olanları. Ama bunları unutmayanlar da vardı.
Üniversiteli gençler daha bedenlerindeki kavganın izi silinmediği için değil, kendilerine yapılan her şeyin karşılığını vermeye kararlı oldukları için hafızalarını taze tutuyorlardı. ODTÜ yurdunun kantinini dolduran gençler radyonun başına oturmuş ajansın akşam haberlerini dinliyorlardı.
"Milli Talebe Birliği, Şahlanış Mitingi adını verdikleri ilk gösteriyi gerçekleştirdi. Birliğin başkanı yaptığı konuşmada 'Bu bizim son fikri ikazımız, bundan sonra sıra fiili ikazdadır.' dedi."
Bu sözlerden sonra büyük bir uğultu yükseldi kantinde. En yüksek ses elindeki çay kaşığını masaya vuran Ulaş'tan gelmişti. Mahir'in en yakın arkadaşlarından olan bu genç temiz yüzünü esir alan kırmızılıkla konuştu.
"Sen ancak kendi itlerini ikaz edersin!"
Hemen yanında oturmuş İlyas da başını sallarken bu kez Hüseyin konuştu.
"Cihad ilan etmişler, tüm gericilerle birlik olurlarsa devrimcilerin duracağını hayal ediyorlar."
İlyas, aynı masada oturduğu Hüseyin'e Sinan'ın da onay verdiğine şahit oldu.
"Bundan sonra daha çok dikkatli olmamız elzem. Her an saldırıya hazır vaziyette beklemeliyiz."
Elindeki ince belli çay bardağını sıkı sıkı tuttu Bahadır. Olaylar gün geçtikçe kızışıyordu. Sokaklar her gün farklı bir grubun yürüyüşüne tanıklık ediyordu. Başvekil Süleyman Demirel "Yollar yürümekle aşınmaz," diyerek gençleri ciddiye almadığını gösteriyordu. Her kafadan ayrı ses çıkarken sonunda kimin baskın çıkacağı tamamen muammaydı.
Değişik gruplara ev sahipliği yapan kantinde sesler yükselerek devam ediyordu. Her birinin fikirleri ayrı olsa da temel noktada buluşuyorlardı. Faşizme karşı omuz omuza savaşmalı, gericilere müsaade edilmemeliydi.
Bahadır, bu ortamda sigara içmenin en iyisi olacağını düşündüğü vakit elini gömleğinin cebine götürdü. Karşılaştığı boşlukla hayal kırıklığı yaşarken masaya bakındı. Dava arkadaşlarından almayı düşünse de ay sonu olduğundan herkesin maddi sıkıntı çektiğini tahmin ederek, zira hepsi Anadolu çocuğuydu ve ailelerinden gelen birkaç lirayla geçiniyorlardı, yılgınlıkla yerinden kalktı.
"Yoldaş ne oldu?"
Mustafa, yanında oturduğu için hareketliliğini hemen fark ederek sormuştu. Masanın geri kalanı ateşli bir tartışmanın esiriydi.
"Helaya gideceğim, odadan bir iki şey de alıp gelirim. Var mı bir isteğin?"
Aslında Mustafa İzmir'in zengin ailelerindendi, ondan istemesinde sakınca yoktu ama bir kere kalkmıştı. Kendi yağında kavrulmak en iyisiydi.
"Sağol, yok bir isteğim."
Arkadaşının cevabından sonra sessizce yürüyüp çıktı kantinden. Neden kimseden bir şey isteyemediğini düşünmekten alamadı kendini. Halbuki yoldaşları değil bir sigarayı canlarını bile verirlerdi birbirlerine. Öyleyse neydi onu dava arkadaşlarından çöp bile almasına mani olan.
Çatık kaşlı, bir zamanlar kendisi gibi çikolata kahvesi saçlara sahipken şimdi kırlar düşmüş telleri, askeri üniforması içindeki babası geldi yadına. Acıyla gülümsedi. 'Albay Memduh Bey' diye mırıldandı kendi kendine. Ondan asla kurtulamıyordu Bahadır. Fikirleri çatışşa da, artık aynı sofrada oturmasalar da bir şekilde çocuğuna dayattığı her şey çivi gibi çakılmıştı ince yüzlü, çekik gözlü evladının zihnine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Taşırsın Yeryüzüne Ebedi Tohumları
Narrativa StoricaDevrimciler her zaman ölür, korkaklar yaşardı. Ve onlar devrimciydi. 18.02.2022