4

209 24 92
                                    

"Namjoon."

At arabamızın tekerlekleri bozuk yolu eze eze giderken heyecanlı gözlerini bana çevirmişti Seokjin aniden. Neredeyse yarım günlük yolumuza güneşin doğuşuyla çıktığımızdan uykusuz gözleri şişmiş, yüzü de hastalığını yeni atlattığından hala biraz renksizdi. Ama ne kadar dil dökersem dökeyim yol boyunca tek bir şeyi bile kaçırmamak için inat edip uyumamıştı. Şimdiyse yolculuğumuz tamamlanmak üzereydi, güneş son demlerini gönderiyordu, hava artık öğlenki sıcaklığını kaybetmiş, yanımızdaki ağaçları neredeyse savuracak rüzgarlara sahipti.

"Efendim?"

Okuduğum kitabı kapatıp yanıma koydum ve gözlerimi ona çevirdim. İlgimin tamamen ona yoğunlaştığını görünce yüzüne güneşten daha sıcak bir gülümseme yayılmış, gözleri parlamıştı hızla. Halbuki bir bilseydi zihnimin bir an bile ondan uzaklaşmadığını, kalbimin onun adıyla çarptığını...

"Hiç sormak aklıma gelmemişti. Neden gidiyoruz biz başka kasabaya, tüccar mısın?"

Duyduklarımla gülümseyip başımı salladım ve dudaklarımı ıslatıp gözlerimi Seokjin'in arkasındaki pencereden bana el sallayan ağaçlara çevirdim.

"Şarap üretip satıyorum yıllardır. Baba mesleği. Kore'deyken birileri babama bunun çok para getirdiğini söylemiş. O da her şeyi bırakıp buraya gelmiş ve bu işe girmiş. Büyük bir risk, ama şu an buradayız işte. Onlarca kişinin hayalini yaşıyor."

"Vay canına..." bir süre düşünüp kaşlarını kaldırdı ve ağır ağır başını salladı. "Kime satıyorsun?"

"Parası yeten herkese." omuzlarımı silkip gözlerimi tekrar Seokjin'e çevirdim. "Şimdi de kasabadaki bir hana gidiyoruz."

"En çok hanlardan mı kazanıyorsun?"

Meraklı gözleri gözlerimle buluştuğunda tek gözümü kısıp dudaklarımı ıslattım kafamdan ufak bir hesap yaparken.

"Pek sayılmaz. Köylü hancılardan aldığım para zengin asil ailelerden aldığım parayla yarışamaz tabii. Sadece çok fazla hana satıyorum."

Tekrar başını sallayıp derin bir nefes aldı ve gülümseyip önüne döndü. Muhtemelen ilk kez kendi kasabasından çıkmanın heyecanını yaşıyordu ve bu heyecanı durup durup kendi kendine gülmesiyle, her an pencereye bakmasıyla daha da belli ediyordu.

"Sen yine de dikkat et ama."

Uyarı dolu ses tonumu duyduğunda kaşlarını kaldırıp bana döndü.

"Neden?"

"Ah..." dudaklarımı birbirine bastırıp doğru kelimeleri seçmeye çalıştım uzunca bir süre. "Bu kasabada yaşayan kişiler... Daha önce görmediğin bir yaşam tarzına sahip."

Kaşlarını çatıp gözlerini etrafta gezdirdi ve muhtemelen açıklamam yeterli gelmediği için başını sağa sola sallayıp omuzlarını silkti.

"Bu yeterli bir açıklama değil biliyorsun."

"Senin babanın mesleği ne?"

"Halktan vergileri topluyor."

"İşte." başımı sallayıp dudaklarımı ıslattım kısaca. "Eğer şarap üreticisi, terzi, demirci, vergi toplayıcısı, şövalye, asil bir aile... Ya da kralın kendisi değilsen hayat görünenden biraz daha zor."

"Ah... Pekala!" hala yeterli bir açıklama yapmadığım için şüphe dolu olan bakışları yüzümde dolaştı ve bir süre sonra omuzlarını silkti. "Gidince görürüm."

"Aynen öyle."

Tekrar arkama yaslandım ve gözlerimi dışarı dikip artık hava tamamen karardığı için boşalmış sokakların tadını çıkardım. Bizi nelerin beklediğini biliyordum. Envai çeşit bulaşıcı hastalık, pireler, bitler, sıçanlar, insanların vücudunda açılmış ve tedavi görmediği için mikrop kapmış yaralar, solgun ciltler ve yorgun bedenler. Aslına bakarsanız sadece et yiyip yatan asil kesimdense sebze ağırlıklı beslenip tüm gün çalıştıkları için daha yapılı ve sağlıklı vücutları vardı fakir halkın. Fakat yine de bir yerde temizlik yoksa neyin önemi kalırdı ki?

Neighbour [Namjin] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin