Hayatım boyunca en büyük korkum bir bağımlılığımın olmasıydı. Tütün veya alkol gibi şeylere bile bir kez olsun el uzatmamıştım mesela. Aslına bakarsanız bu takıntım bundan daha da ötedeydi. Aynı saatte kalkmaz, aynı saatte yemek yemez, aynı süreyle çalışmazdım asla iki gün üst üste. Ne olduğunun önemi yok, herhangi bir şeyin hayatımda benden daha çok söz sahibi olması düşüncesi beni boğuyordu. Sebebini bilmiyordum, belki olması gerekenden fazla bir otorite isteği, belki de kontrolü kaybetmemek adına en baştan hiçbir şeyi kontrol altında tutmamak. Hastalıklı bir düşünceydi, ama benden başka kimseye zararı yoktu. Yirmi iki yıl boyunca da yaşamıştı benimle.
Ta ki, Seokjin'e kadar. Üç hafta kadar kısa bir sürede bana aşkı, hayali, heyecanı tattıran hayat, bu sefer en büyük kozunu oynamış ve yeni bir alışkanlık vermişti.
Her sabah aynı saatte Seokjin ile perdelerimizi açıyor ve selamlaşıyorduk. Bu küçük alışkanlık hayatımda öyle yer edinmişti ki korktuğum her şey bir bir başıma geliyordu. Aynı saatte uyanıyor, aynı saatte hazırlanıyor ve aynı saatte pencerenin önünde dikiliyordum. Bunun getirileri de olmuştu tabii. Herhangi bir alışkanlığa sahip olmanın gücümü elimden almadığını öğrenmiştim ilk olarak. Aksine bu düzen daha rahat düşünmemi bile sağlıyordu.
Ah... Kimi kandırıyordum ki? İşin içinde Seokjin vardı ve gerisinin de pek bir önemi yoktu benim için.
"Bugün geç mi kalktım Eunji?"
Uzun süre boyunca açılmasını beklediğim lacivert perdeler yüzüme kapalı durdukça karnımdan tüm vücuduma kara endişe bulutları yayılmaya başlamış, sesimin dahi titremesine sebep olmuştu. Neredeydi?
"Hayır efendim, aynı saatte uyandınız."
Kaşlarım çatılırken bir süre daha yerimde durup sabırsızca bekledim. Aklımdan gelen düşünceler vücudumun her bir zerresinde dolanıyor; sebepsiz iç çekişlere, sağa sola gidişlere ve defalarca dudaklarımı dişlememe sebep oluyordu. Kalbimin böyle hızlanması da cabasıydı.
"Sen başla Eunji. Ben de geliyorum hemen."
Arkamda şaşkın bakışlarıyla bana bakan Eunji'yi geride bırakıp üstüme ceketimi geçirdim ve kendimi dışarı attım. Üç haftadır kasabayı ara ara fırtına vuruyor, vurmadığı zamanlarda da sağanak yağmurlar bastırıyordu. Çoğu çiftçinin bu sıralar çok zorlandığını duymuştum. Yürüdüğüm taşlı yol bile sayısız su birikintisine sahipken tarlalar ve bahçeleri pek tabii sel götürmüştü.
Kısa bir sürede Seokjin'in evine ulaşmış, yağmur yağdığı için güzel kokularını salan çiçeklerinin arasından koşar adımlarla geçip kapısını çalmıştım. Birkaç hafta önce söylene söylene temizlediği bu bahçe, ellerinde can bulmuş ve tüm güzelliğini sergilemişti.
Sertçe esen rüzgar birkaç adım ilerlememe sebep olduğunda titreyip tekrar çaldım kapısını. Seokjin'in pencereye çıkmaması imkansızdı. Sebebi güneşi çok sevmesi, temiz hava ihtiyacı ya da ben değildim. Pencerenin eşiğine yerleştirdiği bir dolu çiçeğe bakmak için her sabah çıkardı penceresine. Onlarla konuşur, ilgilenir, onları sular ve her gün koklayıp mutlu olurdu. Ve hassas ruhlu bu adam, üstüne emanet canlarla ilgilenmiyorsa sebebi gerçekten ciddi olmalıydı. Düşüp bayılmış mıydı? Dün gece aniden çekip gitmiş miydi? Hırsızlar ona zarar mı vermişti?
"Seokjin!"
Kapıyı bir kez daha çaldığımda içeriden gelen kırılma sesleri damarlarımda gezinen korkuyu iyice kızdırırken kaşlarımı çatıp kapıyı daha sert çaldım.
"Seokjin!"
Sonunda kilit sesi duyuldu, birkaç zorlamanın ardından kapı açıldı ve Seokjin çıktı karşıma. Bembeyaz bir surat, kanlanmış gözleri, kızarmış yanakları, üzerindeki ince battaniye ile karşımda dikiliyordu. Ve bu çok da uzun sürmemişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Neighbour [Namjin]
Novela Juvenil"Şu an mutluyum. Neden imkansız bir şey isteyip kendime acı çektireyim ki?" "Çünkü imkansızlıklara rağmen mutlu olursan gerçek mutluluğun tadını alırsın. Bu sana ilerleme gücü ve yaşama isteği verir. Hadi, düşün biraz. Senin güzel imkansızlığın ne...