Güven hissi. Parmaklarımın arasında sanki eriyormuşçasına kayıp giden saçlar, boynuma çarpan nefesler, bedenimi sarmalayan kollar... Hepsi buram buram güven kokuyordu ve bu his, Seokjin'i yanımda uyurken gördüğüm her sabah zihnimde dolanan tek şey oluyordu birkaç gündür.
Aslında, az düşünen bir adam değildim. Ufak iş gezimizin üzerinden bir hafta geçmişti. Bu süre boyunca da aklım sayısız düşünceye ev sahipliği yapmıştı pek tabii. Bu işin nereye gideceği, nasıl saklayacağımız, kimlerden saklayacağımız, neler duyacağımız, Seokjin'i nelerin incitebileceği... Bu kara düşünce bulutları da sık sık bana uğruyor ve tadımı kaçırıyordu. Şimdi kollarımda uyanmaya çalışan sevgilimin bir daha yanımda olmama düşüncesi beni delirtecek gibi oluyordu. Çok ani kararlar vermiştik, sonucu kim tahmin edebilirdi ki?
Ne yazık ki her sabah bu düşüncelerle uyanıyor, güneşin doğmasını ve Seokjin'in uyanmasını beklerken kendimi bir şeylere ikna etmeye çalışıyordum. Bazı günler acımasız endişem tüm vücudumu kilitliyor, bazı günler sonsuz düşüncelerim beni kabuslara mahkum ediyordu. Ama...
"Günaydın."
Ve işte içime soğuk bir su serpiliyor, aklımdaki tüm bulutlar uçup gidiyor ve yüzüme dolu bir gülümseme yayılıyordu duyduğum bu sesle. Sadece sesini duymak bile beni tüm zorluklara karşı dik tutacak kadar güçlendirirken bir de vakit kaybetmeden yanağımı bulan narin eli tüm dünyayı karşıma alabilecekmişim hissi veriyordu. Kim Seokjin benim için vazgeçilemez bir güç kaynağıydı.
"Günaydın."
Bir süre gözlerini kapatıp pencereden direkt gözlerine vuran güneş ışığına alışmaya çalıştı ve her sabah olduğu gibi pes edip huysuzca mırıldanarak başını boynuma gömdü. Fırtınanın olmasına, kasvetli havalara o kadar çok alışmıştık ki baharın gelişiyle kasabayı aydınlatan güneşin varlığını her gece unutup perdeleri çekmiyorduk.
"Bu gece perdeleri çekmeyi unutmayalım." diye mırıldandım çiçek kokusu yükselen saçlarını boştaki elimle okşarken. "Belki biraz daha dinleniriz."
"Sen güneş doğmadan önce uyanmış oluyorsun ki." Tek gözünü açıp başını boynumdan çekti ve hafifçe kaşlarını çatıp yeni uyandığı için küçülmüş gözleriyle yüzüme baktı bir süre. "Neden uyanmış oluyorsun?"
Gülümseyip alnına yapışmış saçlarını geri taradım ve tamamen açığa çıkan yüzünü izledim. Bir insan gözlerini açar açmaz bile nasıl bu kadar güzel olabilirdi?
"Uykumu almış oluyorum çünkü."
Söylediklerime inanmadığından gözlerini büyütüp yavaşça doğruldu ve üstündeki penyeyi düzeltti kaydığı için.
"Aynı anda uyuyoruz Namjoon. Senden sonra uyanmama rağmen ben bile çok uyumuyorum. Nasıl uykunu almış olabilirsin?"
"Oluyorum işte." Arkasından doğrulup bir süre pencereden dışarı baktım ve esneyip Seokjin'e döndüm. "Gelirler birazdan. Hazırlan hadi."
Başını sallayıp yavaşça ayaklarını yere doğru sarkıttı ve oyalanmadan kalkıp odadan çıktı hazırlanmak üzere. Her sabah olduğu gibi çıplak ayaklarını gıcırdayan tahta zemine sürte sürte yürüdüğünden hafifçe yüzümü buruşturup saçlarımı karıştırdım gülerek.
Kasabaya döndüğümüzden beri Seokjin'in eviyle ilgileniyorduk. Kapattığımız onlarca delik, tamir ettiğimiz bir sürü pencere vardı. Çok yorucu oluyordu ama bu benim burada kalmam için geçerli bir mazeretti. Böylece ne Eunji'nin, ne Jimin'in ne de Jungkook'un şüpheli bakışlarıyla karşılaşıyordum. Sonuçta gözden ne kadar uzak kalırsak o kadar iyiydi. Güzel bir plandı ancak beklemediğim şeyler olmuş, eninde sonunda korktuğum başıma gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Neighbour [Namjin]
Novela Juvenil"Şu an mutluyum. Neden imkansız bir şey isteyip kendime acı çektireyim ki?" "Çünkü imkansızlıklara rağmen mutlu olursan gerçek mutluluğun tadını alırsın. Bu sana ilerleme gücü ve yaşama isteği verir. Hadi, düşün biraz. Senin güzel imkansızlığın ne...