▪3▪

414 69 16
                                    

1977
Ekim

Yağmurlu bir sonbahar günü.

Gökyüzünden düşen damlalar rüzgarında etkisiyle sertçe vuruyordu arabanın camına. Böyle havalar beni düşüncelerimin esiri yapıyordu her zaman fakat ilk kez kalbim mutsuzlukla değil, umutla doluydu.

Temmuzdan bu yana bir çok şey değişmişti hayatımda. Artık sıklıkla tebessüm ediyordum mesela, insanları fazla şaşırtsada. Sigarayı bırakmıştım çünkü Yoon Oh sevmiyordu kokusunu, ve bu bırakmam için geçerli olan tek sebepti.

Düşüncelerim arasında beni gülümseten şey görüş alanıma giren bedendi şüphesiz, arabayı yavaşlatıp önünde durduğumda huysuz ifadeysiyle arabaya binip söylenerek arkaya bırakmıştı elindeki şemsiyeyi.

"Niye bu kadar küçük şemsiyeler yaparlar ki. Islandım işte."

"Sanada günaydın." dedim gülümseyerek.

"Ha şey evet günaydın, sinirlendim de biraz."

"Bir şey olmaz, bak geldim işte."

"Bugün pek keyiflisiniz." demişti sorgulayan bakışlarını yüzüme yollayıp. "Sen varsın yanımda nasıl olmayayım." dediğimde gözlerini devirip müzik çalara uzanmış çıkan şarkıyla birlikte arkasına yaslanmıştı keyifle.

"Latin müziklerini çok severim, peki sen? sen sever misin?" heyecanla yönelttiği soruya "Sen seviyorsan seviyorum." cevabını verdiğimde kaşlarını çatmış "Ya, sorduğum her soruya böyle cevap veriyorsun. Gerçekten ne sevdiğini merak ediyorum ben." demişti.

"Seni."

"Biraz ciddi olamaz mısın?"

"Gayet ciddiyim zaten, senin dışında sevdiğim bir şey yok. Bu yüzden sen ne seviyorsan ben de onu seviyorum."

Başını iki yana sallayıp gözlerini cama çevirmişti. Konumuz buraya geldiğinde yalnızca susuyordu. Ona, onu sevdiğimi defalarca söylememe rağmen hep tepkisizdi. Verdiği sıkıntılı nefes arabanın içini doldururken bana dönmüştü.

"Bu yaptığımız doğru değil Albay." demişti oldukça soğuk çıkan sesiyle.

"Söylesene Teğmen." dedim ani frenle dururken "Nedir senin bu doğru dediğin?"

"Bilmiyorum ama, bu olmadığı kesin."

Başımı koltuğa yasladıktan sonra ondan tarafa çevirip "Doğru ve yanlışı umursamayı bırakalı uzun zaman oldu." dedim hafif kırgın ve yorgun sesimle.

"Ama... Öyle bakma." gözlerime tuttuğu elini indirip avucumun arasına aldım.

"Senden öncemi bilseydin eğer, benim için tek doğrunun sen olduğunu inan anlardın." dediğimde "Kalbimi çalmaya çalışıyorsunuz Albay." demişti. Kıkırtılarımı tutamazken elimi yanağına çıkarıp okşadım.

"Sana zarar gelmesine asla izin vermem. Hiçbir konuda."

"Biliyorum... Teşekkür ederim."

"O zaman..." işaret parmağımı yanağıma vurup sırıttım.

"Fırsatçı." diyerek yanağıma hafif bir öpücük hediye etmiş hızlıca geri çekilmişti.

Ufacık bir dokunuşu, tek bir bakışı bile kalbimin deli gibi atmasına sebep oluyordu, onunlayken yaşadığımı, nefes aldığımı hissediyordum. Mucize denilen şeyin varlığına bizzat şahit oluyordum gözlerim gözlerini bulduğunda. Geldiği ilk gün, ona yaklaştığım ilk an anlamıştım hayatımda öylesine bir yerde olmayacağını fakat bütünüyle hayatım olacağından bir haberdim. Şimdi toprağını sevip gür açan bitkiler gibiydim, suyunu seven bir balık, yuvasını bulmuş bir kuş gibi.

Gelişiyle baharı getirmişti bana, özlediğim, hiç görmediğim yazları. Özgürdüm üstelik, barış gelmişti yurduma.

Endless | JohnjaeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin