-Moonlight'ın Ağzından-
moonlight: Bana görüldü attığına inanamıyorum
moonlight: Neyse, umarım kızı almak için evine gidiyorsundur
moonlight: Okul birincisi olacak zekan var ama bi hafızan yok galiba
moonlight: Bir de utanmadan en yakın arkadaşım diye geziniyorsun
moonlight: Bakalım Hilal ne tepki verecek onu unutmuş olmana
mertaydin: Sen bunu nereden öğrendin onu söylesene bana
mertaydin: Ayrıca ben Hilal'i hallederim, arkadaşlığıma burnunu sokmasan iyi edersin
moonlight: Hilal'i hallederim mi?
moonlight: Vay canına
mertaydin: Öyle demek istemedim biliyorsun
moonlight: Elime koz vermeye uğraşıyorsun sen bence
moonlight: Evine gittin mi bari (Görüldü.)
moonlight: Cevap vermezsen Hilal'e bu mesajları atmam bir dakikamı bile almaz Mert
moonlight: Son zamanda kafan dağınık biliyorum ama arkadaşlarını kendinden uzaklaştırmak hiç bir halta yaramaz
mertaydin: Park ettim apartmana doğru yürüyorum
moonlight: Aferin (Görüldü.)
Hemen kendi profilime giriş yapıp sinsice gülümseyerek telefonumu kot şortumun arka cebine sıkıştırdım.
Üst katın merdivenlerini tırmanırken lavabo olduğunu hatırladığım kapıdan içeri girdim. Telefonumu tekrar kontrol etme isteğime karşı koydum ve elimi yüzümü yıkayıp öfkemi üstümden atmaya çalıştım.
Bu çocuğun aklından şüphe duyuyordum. Ama en çok da ona aşık olan kalbimin seçimlerinden şüphe ediyordum.
Başka insan mı kalmadı bula bula o çocuğu buldum?
Bir yandan ona lanet okuyor bir yandan da anonim olarak mesaj atmayı akıl eden beynime lanet ediyordum. Beni tanımayacağına emindim, çabuk kafası karışırdı onun.
Bir elimi atmama izin verse aklındaki tüm düğümleri çözebilirdim. Sorun onun benim elim yerine başkasını istemesiydi zaten.
Kendime son kez aynada göz attım. Islanmış saçlarımın en azından dibini kurutmak ümidiyle dolapları karıştırdım. Bugünkü şanssızlığım devam ediyordu anlaşılan ki bulamadım. Kıvırcık saçlarımı biraz havluyla kuruladıktan sonra zor da olsa balıksırtı bir şekilde örüp bıraktım. Havluyu umursamazca lavabonun yanında bıraktım. Neyse ki ceketim vardı da gömleğim ıslanmamıştı. Üstümdeki yeşil kareli gömleği alıp şortumdaki ıslaklığı kapamak için belime sardım. Artık sadece düz siyah spor sütyeniyle kalmıştım.
"Burda değilsin sanıyorduk biz seni! Mert'i gördün mü?" diye birinin bağırdığını duyunca bana seslendiğini anlayıp arkamı döndüm.
Açelya.
Tüm güzelliğiyle karşımda dikiliyordu. Bedenini saran midi toz pembe elbisesinin içinden braleti belli oluyordu. İçimden acaba Mert fark etmiş midir diye geçirmeden edemedim.
"Yok ben 1 saattir burdayım aslında."
Yalnız geldim.
"Şey, Mert'le konuştun mu o zaman?"
"Yok ne gördüm ne de konuştum."
Yazıştım ama anonim olarak.
Açelya ağzımdan laf alamayacağını fark edince son bir kez daha şansını denedi:
"Seni almak için apartmanına gitmişti de, geri gelmedi."
"Bana sorsaymış keşke, 30 dakika yağmur altında bekledikten sonra taksiye atlayıp geldim çünkü."
Tam o sırada Mert'i kapıdan içeri girerken gördüm. Kahverengi dalgalı saçları ıslanmış alnına dökülüyordu. Mavi gözleri gece karanlığında parlayan şimşekler gibi dikkat çekiciydi.
"Eşşeklik ettim di mi?"
Kafamı onaylarcasına salladım.
"Çok özür dilerim Hilal."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ay ışığı • texting
Teen Fiction"Bugün dolunay var. Ve sen Hilal, bu gece burada olmamalısın." diye fısıldadım. "Sana bir şey anlatmam gerekli." diye cevap verdi. Gecenin karanlığını aydınlatan dolunay ela gözlerine değiyor ve parlamasını sağlıyorlardı. Avcumun içinin terlediğini...