İki ay.
Babam öldüğünden beri koca iki ay geçmişti.
O gün babamı kanlar içinde yerde gördüğümde bana ölmediğini söylemeleri için bağırıp çağırmıştım.
Ama o ölmüştü.
Yanında kendini öldürdüğü silah ve katlanmış bir kağıt vardı. Kağıdın üstünde "Annenin yanına gidiyorum güzel kızım. Hoşçakal." yazıyordu. İki gün geçtikten sonra cenazesi olmuştu. Hastanede olduğum için katılamamıştım.
Geçen iki ayda sadece yemek yiyor, ihtiyaçlarımı karşılıyor ve uyuyordum. Her gece kabustan uyanıp sabaha kadar ifadesizce duvara bakıyordum.
Sonunda halime acıyan birkaç arkadaşım bana yardım etmeye çalışmıştı. Ama onlar da bir süre sonra pes edip kendi halime bıraktılar.
Haftalar sonra ilk defa dışarı çıkmak için hazırlanmaya başladım. Babamın mezarına gitmek için değildi, hala oraya gidecek cesareti bulamıyordum kendimde.
Uzun zamandır uğramadığım parka gidiyordum. O parkta annemle olduğu kadar olmasa da babamla da anılarım vardı.
Telefonumu ve anahtarımı aldığımdan emin olduktan sonra evden çıktım. Hava soğumaya başlamıştı. Üstümdeki ince kıyafetler beni soğuğa karşı korumasa da umursamıyordum. Adımlarımın yavaşlığından on dakikalık yolu yarım saate yakın sürede bitirmiştim. Her zaman oturduğum salıncağa oturmak yerine kaydırakların merdivenini çıkmaya başladım. Küflü metal basamaklar her basışımda çıtırdıyordu. Merdiveni bitirdiğimde iyi durumda olduğunu umduğum kaydırağın başına oturdum. Ayaklarımı uzatıp gözlerimi kapattım. Gittikçe hızlanan rüzgar gevşek topuzumdan çıkan saç tutamlarımı dağıtıyordu. Boynuma doğru inen göz yaşlarım benden habersiz akmaya başlamıştı bile. Gözlerimi açmadan cebimdeki peçeteyi almaya çalıştım. Ceplerimi karıştırırken aklıma peçeteyi masanın üstünde bıraktığım gelince durdum. Belki hırkamın ceplerinde vardır umuduyla gözlerimi açıp diğer ceplerimi konrol etmeye başladım. Bulamayınca pes edip önüme döndüm. Döndüğüm gibi çığlık atmam bir oldu.
''Ne bağırıyorsun?''
Önümdeki kız yüzünü buruşturup kafasını çevirdi. Ben hala ona bakarken tekrar yüzüme döndü ve elindeki şimdi farkettiğim peçete paketini iyice uzattı. Kıza bakmayı bırakıp peçete paketini elinden aldım.
'' Önemli değil.''
Burnumu silerken kızın dediği şeyle yüzüne boş boş bakmaya başladım. Derin bir nefes alıp başını umutsuzca sağa sola salladı. Birkaç saniye sonra peçeteden bahsettiğini anladım. Kaşlarım havaya kalktı ve anladığımı belirtircesine bir ses çıkardım.
''Şey, özür dilerim! Yani, teşekkür ederim.'' Sonlara doğru utandığım için sesim kısık çıkmıştı. Kız yüzümü bir süre inceledikten sonra bir anda kahkaha atmaya başladı. Ben şaşkınlıkla kıza bakarken benim şaşkınlığımı görüp sesini daha da yükseltti. Daha sonra elini önüme uzattı.
'' Deniz.'' Uzattığı elini sıkmak için öne uzandığım sırada kaydırağın tepesinde olduğumu unutmuştum. Bir anda adının Deniz olduğunu söylediği kızla kendimi yerde buldum. İkimiz de anın şokuyla birbirimize bakarken arkadan gelen gülme sesiyle kafamı oraya çevirdim. Benim yaşlarımda bir çocuk yere oturmuş bize bakıp gülüyordu.
''Doruk, güleceğine kalkmamıza yardım etsene?!''
Çocuk gülmesini durdurmaya çalışıyordu ama pek başarılı olamıyordu. Oturduğu yerden tek seferde kalkıp bize doğru gelmeye başladı.Yanımıza geldiğinde ortamıza geçti ve bir elini Deniz'e diğer elini de bana uzattı. Deniz çocuğun eline baktığında gözlerini kısıp gülümsedi. Ardından çocuğun uzattığı eline yaklaşıp bileğinden çekti. Artık üçümüz de yerdeydik.
Bu ikisinin hareketlerini izlerken ben de gülmeye başladım. Bir süre birbirimize bakarak güldükten sonra ayağa kalktık.
''Adın ne?''
Doruk'un sorusunu yere düştüğüm için kirlenen üstümü elimle temizlemeye çalışırken ona bakmadan cevapladım.
''Güneş.''
Gülümseyerek güzel bir ismimin olduğunu söyledi. Ben de onun gibi gülümsemeyerek teşekkür ettim.
Birlikte eve yürümeyi teklif ettiklerinde kabul ettim. Evlerimiz birbirine uzak denemezdi ama pek yakın da değildi. Yolda ikisinin ikiz olduklarını hatta doğarken ölen kardeşleriyle birlikte üçüz olduklarını öğrendim. Bunun dışında Deniz'le okullarımızın karşılıklı olduğunu ama Doruk'un okulunun şehrin diğer tarafında olduğunu ve onlarla ilgili daha birçok şeyi öğrenecek kadar da vaktim oldu.
Evin önüne geldiğimizde birbirimizin telefon numarasını alıp ayrıldık. Onlar giderken bir süre arkalarından baktım. Sonra kapıyı açmak için cebimden anahtarımı çıkardım. Titreyen ellerimle zorlansam da açabilmiştim. İçeri girdiğimde ayakkabılarımı çıkarıp özensizce kenara attım. Hırkamı da aynı şekilde koltuğun üstüne fırlattıktan sonra odama çıktım. Odama girer girmez kendimi yatağıma atıp gözlerimi kapattım. Aklıma yeni tanıştığım Deniz ve Doruk geldiğinde istemsizce gülümsedim. Bu gülümseme yavaş yavaş kahkahaya dönüştü.
Biz düşmüştük, hem de kaydıraktan!
Ben yatağımda gülmeye devam ederken hırkamın cebindeki telefonum titredi. Ne olduğuna bakmak için çıkardığımda reklam için atılmış bir mesaj olduğunu gördüm. Umursamadan telefonu yan tarafıma koyacağım sırada aklıma babamın öldüğü gün atılan mesaj geldi. İki ay sonra cevap vermem saçma olacaktı ama henüz fırsatım olmuştu.
''Geç cevap verdiğim için kusura bakmayın ama sanırım yanlış numaraya yazdınız,o gün benim doğum günüm değildi.''
Cevap vermesini beklemeden tuş kilidini kapatıp telefonu bırakacağım sırada odamın içinde bildirim sesi yankılandı. O numarayla olan sohbete tekrar girdim.
''Evet,değildi.''
Okuduğum cevabıyla kaşlarım çatıldı. Bilmediği halde neden doğum günümü kutlamıştı o zaman?
Neden öyle bir mesaj attığını sordum ama gördüğü halde cevap vermedi. Birkaç dakika daha bekledim ama hala cevap yoktu. Numarayı kaydedip aramaya karar verdim. Parmağım arama tuşuna giderken bir an tereddüt ettim, dalga geçiyor olabilirdi. Yine de 'bir şey olmaz' diyerek arama tuşuna bastım ve telefonu kulağıma götürdüm.
Numara kullanılmıyordu.
-
Y.N./ olmuyor