"Doruk!"
Deniz'in bilmem kaçıncı kez bağırışından sonra Doruk tekrar 'geliyorum' diyerek bizi bekletmeye devam etti.
Gelmiyordu.
Deniz sakinleşmek istercesine gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sonra aklına bir şey gelmiş olacak ki gözlerini hızlıca açıp sırıtmaya başladı. Az sonra çıkacak üçüncü dünya savaşından habersiz olacakları bekliyordum.
Oturduğumuz kaldırımdan kalktı. Kapıya doğru yürürken çantasından anahtarını çıkardı. Ne yapacağını artık anlamıştım. Ben de onun gibi sırıtarak izlemeye başladım. Kapıyı ses çıkarmamaya çalışarak kapatmaya çalıştı. Gıcırdayan kapı pek yardımcı olmasa da olabildiğince az ses çıkarmaya çalışıyordu. Kapatmasına çok az kalmış, diğer elindeki anahtarı kilide yaklaştırmıştı ki kapının aniden içeriye çekilmesiyle o da kapıyla birlikte fırladı.
Deniz'in yere düşmesini beklerken- ki o da yere düşeceğinden emin olduğundan gözlerini sıkıca kapatmıştı- Doruk, Deniz'in ensesinden tuttuğu için sadece ayağı burkulmuştu. Acımış olmalı ki ellerimin kulaklarıma gitmesine sebep olacak kadar büyük bir çığlık attı. Dibinde olan Doruk'a acımıştım.
"Beni mi kitleyecektin Deniz'im?"
Elleriyle ayak bileğini tutan Deniz, Doruk'a öfkeyle bakıyordu.
"Sadece sana bakmaya geliyordum!"
İkisinin haline gülmemeye çalışırken Deniz'in bakışları bana döndü. "Hem sen niye bizi bekletiyorsun?! Neredeyse yarım saattir seni bekliyoruz, bizim seni bekletmemiz gerekmiyor muydu?" Doruk elindeki yeni fark ettiğim piknik sepetini havaya kaldırdı. "Size yiyecek bir şeyler hazırlıyordum." Büzdüğü dudaklarıyla sanırım tatlı görünmeye çalışıyordu ama başarılı olduğu söylenemezdi. Çünkü daha fazla dayanamayıp kahkahamı serbest bırakmama neden oldu.
Onlar biraz daha tartıştıktan sonra Doruk'un, Deniz'in yanaklarını sıkmasıyla niyahet barıştılar.Deniz yürüyemediğini söyleyip ısrar edince Doruk onu sırtına almak zorunda kaldı. Sepeti almak için yanlarına gittiğim sırada Deniz bana bileğinin acımadığını göstermek için göz kırptı. Gülümseyip göz kırpışına karşılık verdim.
Parkın önüne geldiğimizde otların içinden geçmek için hazırlanmıştım ki yürümeye devam ettiklerini gördüm. Nereye gittiğimizi sormayı düşünmüştüm ama elimdeki sepete bakınca rahatça oturabileceğimiz bir yere gideceğimiz anlaşılıyordu. Sesimi çıkarmadan onları takip etmeye devam ettim.
On beş dakika kadar yürüdükten sonra ağzımı açık bırakacak bir yere geldik. Geldiğimiz yer yüksek binaların arkasında kalan küçük,tatlı bir bahçeydi. Rengarenk boyanmış ahşap sandalyeler henüz boyanmamış masanın etrafında dağınık halde duruyorlardı. Binaların bahçenin etrafında kalan duvarlarına yapılmış resimler ustaca yapılmış olmasa da güzel görünüyordu. Girişin iki yanındaki ağaçlar ve yeni dikildiği belli olan fidanlar da vardı. Ben bu geldiğimiz yeri hayranlıkla incelerken Doruk'un sorusuyla ona döndüm.
''Beğendin mi? Biraz küçük ama elimizden geldikçe düzenliyoruz.''dedi. Kuruyan dudaklarımı ıslattım. ''Burası,'' deyip sonra devam ettim''Çok güzel.'' Doruk memnunca gülümsedi. Sırtında olan Deniz ise çoktan inmiş sandalyeleri yerleştiriyordu.
''Buraya oturmaya gelmedik,yardım edin!'' diyen Deniz'in yanına gitmek için elimdekileri ağacın önüne bıraktım. Nereden başlayacağımı düşünüyordum ki Doruk'un elime bez vermesiyle sandalyelerden başlamaya karar verdim.
....
'' Yeter artık Deniz, dayanamıyorum!'' diye bağıran Doruk'a bize ne kadar olduğunu bilmediğim kadar süredir toprak olan yeri süpürten Deniz kaşlarını çattı.
''Sanki ben boş duruyorum. Tostların hiçbirini düzgün yapamamışsın hepsi dağılmış!''
Doruk, elindeki süpürgeyi yavaşça yere bırakırken olası küçük kavgalarını düşünerek araya girdim.
"Öyle deme Deniz, uğraşmış o kadar. Hem sen niye bize toprak olan yeri süpürtüyorsun? Viledayla da geçmeyiz umarım." Dedikten sonra gülümsemeyi ihmal etmedim. İkisi basit şeylerden sürekli tatlı tatlı kavga ediyorlardı. Bu durum ilk başta hoşuma gitse ve kardeşim olmadığı için onlara özensem de belli bir yerden sonra konu alakasız yerlere kaydığı için müdahale etmek zorunda kalıyordum.
"Bir dahakine kendin yap o zaman. Hata bende zaten, ne diye yaptıysam onları size?"
Doruk'un kendi kendine söylenmeleri bana teyzemi hatırlatmıştı. Annem öldükten sonra haftada birkaç gün bize gelir yemek ve temzilik işlerini hallederdi. Babam, teyzemin topladığı eşyalarını bulamayınca tartışırlar, teyzem bir daha hiçbir şeye karışmayacağı konusunda söylenirdi. Sürekli bunu yaşasak da teyzem babamın eşyalarının yerlerini değiştirmeye devam ederdi.
Deniz elindekileri bıraktı. Oturduğu masadan kalkıp Doruk'un yanına gitti. Kollarını arkasından beline doladı.
"Özür dilerim," dedikten sonra bir durdu, "ve teşekkür ederiz. Dedi.
Ben hala elimdeki süpürgeyle toprağı temizlemeye çalışıyordum. Fidanların arasından kırmamaya dikkat ederek geçtim. Üst üste konulmuş sandalyeleri nasıl kaldırabilirim diye düşünürken çantamdaki telefonumdan gelen bildirim sesi düşüncelerimi böldü. Çantam Deniz'lerin yan tarafındaki ağacın altındaydı.
Onların yanına ilerledim. Ağacın yanına varınca elimdeki süpürgeyi duvara dayadım. Eğilip çantamın içini karıştırmaya başladım. Ama içinin dağınıklığından bir türlü elime gelmiyordu. Yere oturup elimdeki çantayı ters çevirdim. İçindeki eşyalarım düşerken telefonum Deniz'in ayak ucuna düştü. Deniz, yerden aldığı telefonumu bana vermeden önce ekrana baktı. Sonra gülümseyerek uzattı.
"Babandan."
-
Y/N
Hatalarım varsa (imla, noktalama ve olay akışı gibi) yanlışlık olan paragrafa yazarsanız sevinirim.
Oy konusu size bırakıyorum beğenirseniz verirsiniz beğenmezseniz okumayın zaten. Oy vermeyip okuyanlara hiçbir şey demiyorum. Emeğime saygısızlık.