2

37 3 0
                                    

3 Mayıs 1849

Ophelia karanlık gök yüzüne baktı. Her zaman ki gibi yine tek bir yıldız yoktu. Sadece ayın parlaklığı ortalığı aydınlatıyordu.

Bu sarayda yalnız başına koskoca 17 yıl geçirmişti neredeyse. Soluk gri duvarlar, karanlık gökyüzü ve kalenin etrafını çeviren Clivia çiçeğinden başka bir şey yoktu.

Kaleyi tek renklendiren şey olan Clivia menekşe türünden bir çiçekti ama Clivia belli bir miktarda zehir içeriyordu. Kalenin dört bir yanı bu çiçekle kaplanarak ufak çaplı bir koruma umudu beklenmişti krallığın eski dönemlerinde. Bu gelenek uzun yıllar sürdürüldü ve kalenin adi da Clivia Kalesi olarak kaldı.

Aslında Stygian'da çok nadir çiçek türleri yetişiyordu . Karanlığın hüküm sürdüğü bu yerde güneş ışığı eksikliği yüzünden çoğu şey yetişmezdi. Geri kalanlar ise zorlukla hayata tutunabiliyordu. Hatta öyleki bir çok şehrin adi bu çiçeklerden gelmekteydi.

Başkent Amaryllis çiçekleri tarafından kuşatılmışken, batı tarafta Lotus çiçekleri meşhurdu. Doğu tarafa ise siyah güller. Başkentin aşağısı ise sadece ağaçlarla kaplıydı.

Küçük yaştan beri özel derslerle büyüyen prenses bunlara oldukça aşinaydı. Kılıç kullanımından şifalı otlara kadar öğrenmişti.  O kadar sıkı dersler almıştı ki kendi kendine yetecek kadar bilgisi ve gücü olduğunu düşünüyordu. Aynı zamanda kendini ağır bir savaşa da hazırlanıyor gibi hissediyordu her derse girdiğinde. Henüz neden olduğunu anlamasada , kötü günlerin geleceğini sezebiliyordu.

Yalnızlık duygusu içinin alev alev yanmasına sebep oluyordu. Derin bir nefes aldı. Temiz havayı içine çekerek içini soğutmak istedi. Ama olmuyordu. Kaç kere bu camın önün de dikilip aynı şeyi denemişti.

Kral ,Kraliçe, özel öğretmeni ve yanında bulunan bir hizmetçiden başka kimseyi tanımamıştı hayatı boyunca. Hatta kalede bulunan diğer hizmetçilere şans eseri bile denk gelmemişti. Ama özel öğretmeni ilk geldiği zaman, Ophelia'yı görür görmez titremeye başlamıştı . O kadar korkmuştu ki herkes kaçacağını sanmıştı. Öğretmen bir kaç gün dinlendikten sonra hiç bir şey olmamış gibi geri dönmüştü.

"Zavallı ben," diye düşündü "Sadece bu dört duvar arasında yaşayıp sıkı çalışmaktan başka hiç bir şey yapamıyorum. Ne kadar çok şey bilsemde hala bazı konularda cahil kaldığımı hissediyorum. " diye mırıldanmaya devam etti. Onu duyacak kimsesi yoktu. Sesini biraz daha yükseltti. "Neden özgür kalamıyorum ki sanki?" Diye bağırdı. Yetmemişti. Hiç bir zaman yeterli gelmiyordu. Bu sessiz çığlığı kalenin gri duvarları arasında dolaşıp yok oluyordu. "Bende dünyayı görmek ve tanımak istiyorum. Burada tıkılı kalmak değil." Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Elleriyle cam pervazını sıktı. O kadar sıkı tutmuştu ki ellerinin içinde bir baskı oluşmuştu. Ruhunu daraltan acınında fiziksel olmasını istemişti her zaman. Göz yaşları gri zemine düşüyor ve hafif parlak beyazımsı bir renk veriyordu.

Arkadan birinin adım sesleri yankılandı. Ophelia kafasını çevirdi ve bir insan silüetinin ona yaklaşmakta olduğunu gördü. Bu tanıdık silüet hizmetçisi Sandy'e aitti.

"Prenses Ophelia artık odanıza dönmelisiniz. Kral saatin çok geç olduğunu ve dinlenmeniz gerektiğini belirtti." Dedi soğuk bir ifadeyle.

"Peki..." dedi umutsuzca. Ellerini yavaşça serbest bıraktı ve göz yaşlarını sildi. Sandy'nin soğuk mavi gözlerine baktı. "Belkide bana karşı nefretle doludurlar" dedi kendi kendine prenses. Sonra bu fikirden emin oldu. Bu soğukluk nefret olmalıydı. Yabancı olduğu bir çok duygu vardı. Ama bunu nefret olarak tasvip edebileceği görüşü ona doğru gelmişti. Sonuçta Ophelia yüzünden 4 duvar arasında yaşamaya zorlanmıştı Sandy'de.

kanlı kızıl: opheliaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin