༄
Okuldan sonraki tüm temizlik geçen sefer aylaklık ettiğim için bana kalmış. Kış yüzünden güneş erkenden veda edip yerini karanlık bulutlar aldığında işimi bitiriyorum. Gözlüklerimin buharla kaplanmasını umursamadan yüzümü atkıma gömüyorum. Rüzgar koridor camlarına vuruyor. Okulda kimse kalmadı sanıyorum. Önce bir şey kırılıyor ve yanıldığımı anlıyorum. Kırılan şeyin dağılan parçalarının çıkardığı ses koridorda yayılıyor. Sonra bir kızın sesini duyuyorum, acı çekerken ağlıyormuş gibi. Koridorda durup sesin geldiği kapıya bakıyorum, resim atölyesi. Kapıyı açmayı denediğimde kilitli olduğunu fark ediyorum, kapıya vuruyorum. Açılıyor, karşımdakine duyduğum sesleri soruyorum. Diyor ki, "Kulakların sana oyun oynuyor."
Kazaklarının uçları bileklerini tamamen örtmüş, saçları kaşının kenarını kapatacak şekilde taranmış. Tekrar tekrar soru sorduğumda hiçbir şey duymadığını söylüyor sonunda. "Rüzgar olmalı, rüzgar olmalı." Diyor odanın ardından duyulan uğultuyla birlikte.
"Rüzgar olmalı, rüzgar olmalı." Diyorum. "Geçip giden bir rüzgar olmalı."
O günün gecesinde o kızın kazaklarının üzerinde ve saçlarının arasında belirginleşmeye başlayan kırmızıyı unutamıyorum. Onu kendi haline bıraktığıma inanamıyorum, aptallığıma sövüyorum. Gece yarısı kalkıp okula gidip gitmemeyi düşünüyorum. Babam izin vermediğinde beni daha fazla sorguya çekmeden odama dönüyorum. Bütün gece klasik kabuslarımdaki yaya geçidinin beyaz kısımlarına bulaşan kırmızı, o kızın her yerine bulaşıyor. Gözleri yardım istiyor.
Ertesi gün okula vardığımda sınıfını buluyorum. Sınıf camından içeri baktığımda pencere kenarında sessizce oturduğunu görüyorum, kırmızı yerinde yok. Rahat bir nefes alıyorum ama bir daha eskisi gibi olamıyorum. Kendini yaraladığını fark ettiğimde, kırmızı renk bana alayla bakıp kulaklarıma bir uğultu dolduruyor. Kabuslarım her gece devam ediyor.
Buna bir son vermek adına ona yaklaşıyorum. Yardımımı istemiyor, tedavi olmak istemiyor. Yere düştüğünde ayağa kalkmak istemiyor. Benden nefret ettiğini sayıklıyor. Yavaş yavaş ona yaklaşmaya çalışıyorum. Düşmenin sorun olmadığını, ayağa kalkmak için düştüğümüzü söylüyorum. Ama her defasında tekrar kalkmak istemiyor.
Okul kurslarından döndüğüm o gün , tesadüfen sahil yolundan yürümeye karar veriyorum. Parıldayan denizin yüzeyinde hırkasını fark ettiğimde nefesim kesiliyor, oraya doğru koşarken yanıldığımı söylüyorum. Evet yanılmışım, o hırkası değil o onun bedeni. Soğuk, nefes almayan bedeni.
Hayal meyal hatırladığım ambulansla gittiğimiz hastane yolunda delirmek üzereyim. Kırmızı vücudunda yok ama bir yerlere saklanmış gülüyor gibi. Bu sefer farklı bir yoldan, der gibi.
Gözlerini açtığında ağlıyor, neden ağladığını bilmediğini söylüyor. Ama gözleri aksini söylüyor: Yaşadığı için ne kadar rahatladığını.
Ona annemi, erkek kardeşimi, mavi kamyonu, kırmızıyla kaplanan yaya geçidini ve hareket edemeyen beni anlatıyorum. Kafası karışmış, bu sefer farklı bir nedenden ağlamaya başlıyor. Bakışları bundan sonra daha farklı oluyor. Diğerleri gibi üzülmüş ya da acıyor gibi değil. Anlıyormuş gibi bakıyor.
Zaman geçtikçe bana ilginç yönlerini gösteriyor. Gülümsüyor, hayaller ediniyor, şakalar yapıyor, yanımda oluyor... Uzun bir süre hayatımda yer edinecek sanıyorum. Ama birden bire uzaklaşıyor. Her sessiz kalışında denizin ortasında kalan hali gözlerimin önüne geliyor. Korku ve endişeden çok başka şeyler de hissediyorum. Kıskançlık, özlem, sevgi...
༄
Elini bıraktığımda istasyon memuru ile tartışmayı bitirmiş yağmur altında koştururken kalacağımızı yeri bulmuştuk. Nazik ev sahibesinin verdiği kıyafetleri giymek için lavaboya giriyor. Bende ıslak kıyafetlerimi kurularıyla değiştiriyorum. Odaya geri döndüğünde ıslak kıyafetleri bir kenara bırakıp odanın ortasında dikilen bana bakıyor. Soğuktan titrediğini fark ettiğimde ısıtıcıya ilerliyorum. "Jeongin." Sinirli değilim ama ısıtıcı ile uğraşırken cevap vermek istemiyorum. Dudaklarımdan ismi dökülürse ağlayacağımı biliyorum.
"Korkuyorum." Arkamı dönmeden titreyen sesini dinliyorum. "Sana daha yakın olursam seni daha çabuk kaybederim diye korkuyorum. Benden uzaklaşmanı istemiyorum. Ama olanlardan sonra eskisi gibi olamayacağımızı biliyorum."
Ona dönüyorum, susmasını istiyorum. "Battaniyenin altında gir, titriyorsun. Isıtıcı birazdan..."
"Jeongin, sadece sözümü bitirmeme izin ver. Hiçbir şey için söz vermek istemiyorum ama emin ol senden uzaklaşmak istemiyorum. Daha yakınımda ol istiyorum. Sadece korkuyorum. Hayattan korkuyorum. Bir anda kaybolursun diye korkuyorum. "
"Sana söyledim. Benden uzaklaşmana izin vermeyeceğim." Buz gibi ellerini avuçluyorum. "Ben istemediğim sürece yok olmayacağım. Ve emin ol öyle bir şey de istemeyeceğim. Farkında değil misin? En başından beri sen istemesen bile yanındaydım. Bundan sonra da böyle olacağım."
Kızarmış gözleri tekrar doluyor. "Teşekkür ederim. Teşekkür ederim..." Onu yatağa sürüklerken sayıklamaya devam ediyor. Yanına uzandığımda gülümsüyorum, karşılık veriyor. Göz kapakları uykuya karşı yenildiğinde yüzünü göğsüme bastırıp gözlerini kapıyor.
Kollarımın arasında titrediğinde çalıştırdığım ısıtıcının bir an önce etkisini göstermesini diliyorum. Geri çekilip yüzüne bakıyorum. Gözleri kapalı, düzenli bir şekilde nefes alıyor, dudakları hafifçe iki yana kıvrılmış. Tekrar titrediğinde kollarımı sıkıca etrafına sarıp pek de dayanıklı olmayan pencereye bakıyorum, hasta olmamalı. İstasyonda tren yok, buradan başka kalacak doğru düzgün bir yer yok. Yarın sabah ilk trene binip geri dönmeliyiz. O zaman kadar hasta olmamalı. Isıtıcı çalışmaya başladığında endişelenmeyi bırakıyorum.
Pencere pervazından içeri girmeye çalışan rüzgarın uğultusu boynuma üflediği nefesine karışıyor, gülümsüyorum. "Yalnızca rüzgar."
Geçip giden bir rüzgar tenimizi okşuyor, uğultusunda alaylı ve bilgin bir gülümseme var. Kulağımıza fısıldıyor: Bir yandan geçmişin unutulduğunu bir yandan geleceğin varla yok arasında olduğunu ama şu ana ait olduğumuzu.