"Ne saçmalıyorsun Asya yürü?" dedi belimden çekerken.
"Beni bırakıyor musun? Yoksa bir çığlığımla bütün mekanı buraya mı toplayayım?"
"Kesin toplarsın canım." dedi koluyla resmen bedenimde yedi nokta dört şiddetinde deprem yaratırken. Yerimden oynamayı bırak resmen yıkılıyordum. Beni çekiştire çekiştire- ve bir yandan ağzımı tuta tuta- mekandan çıkartırken tanıdık bir erkek ses duydum.
"Hey! Noluyor? Asya?" dedi Mark ve Amanda yanıma yaklaşırlarken. (Bunları İngilizce söylediklerini düşünün.)
"Asya'yı evine götürüyorum bir sıkıntı mı var?" Oha. Samet bu kadar ingilizce biliyor muydu?
"Ben gitmek istemiyorum." dedim. Ama maalesef ki Samet'in eli ağzımda olduğu için sesim baya kısık çıkmış hatta çıkmamıştı. Acaba Alp abi nerelerdeydi?
"Asya gitmek istemiyor. Lütfen onu bırakır mısın?" dedi Mark Samet'e kibar bir üslupla. Ah Mark, o seni anlamaz. Çünkü o bir öküz! (*)
"Bak ben Samet. Asya'nın arkadaşı. Onu almaya geldim. Ve alıp gidiyorum." Tabii Mark bu kişinin Samet olduğunu öğrenince yelkenleri suya indiriverdi.
"Tamam. Gidin izin veriyorum." (*2). Şaşırarak Mark'a bakarken biz cafeden çıkarken o bize sırıtarak bakıyordu. Elimi alnıma vurduğumda cafeden çoktan çıkmıştık.
"Şimdi ağzını açıcam. Ama eğer bağırmaya, depinmeye, kaçamaya kalkarsan elini ağzını bantlar öyle götürürüm seni. Anlaştık mı?" hiçbir şey söylemezken kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. "Anlaştık mı Asya?" sinirle burnumdan bir nefes verdiğimde elini yavaşça ağzımdan çekti. Bağırmayacağımı anladığında derin bir oh çekip kolu belimde yürümeye devam etti. Sanki her an kaçabilecekmişim gibi. İki dakika falan böyle yürüdükten sonra derin bir nefes alıp verdi.
"Kim?" anlam veremeyerek ona baktım. "Kim sevgilin?" gülerek önüme döndüm.
"Sanane?"
"Doğru. Banane?" dedi yüzünü önüne eğerken.
"Irmak ağlamadı mı arkandan? Bir su dökseydi. Allah bilir su gibi git gel demiştir."
"Irmak'la biz ayrılalı bir buçuk sene oldu Asya." dedi acı acı. Afallamıştım. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda yüzüme bakmadan konuştu "Türkiye'de herkes çok değişti. Senin gibi." Senin gibi deyişi neden bu kadar hoşuma gitmişti ki? Hayır Asya, aptal aptal gülümseme. Gülümsememi durdurmak için konuştum "Ne gibi?" tabii bunu söylediğimde sırıttığımı resmen halka ilan ettim.
"Hayal yemek yemiyor 47 kiloya düştü kız. Ayla senden sonra etrafta zombi gibi dolaşıyor. Bir tek birbirleriyle konuşuyorlar. Seni özlüyorlar. Rüzgar," dedikten sonra derin nefes aldı "Rüzgar sigaraya başladı." Yüzümdeki gülümseme bir gül gibi solarken gözlerimi kocaman açtım.
"Telefonum nerede?" dedim ceplerimi yoklayarak. Çantam neredeydi?
"Yaa, çantam kafede kaldı." dedim elimi başıma koyarken. "Hadi geri dönelim. Valla zorluk çıkartmam. Sadece çantamı istiyorum şuan." dedim umutsuzca. Samet çok ikna olmasa da kafasını sallayarak geri döndü. Bu çocuk benim belimi niye bırakmıyor?
"Samet belimi bırak, kaçmıycam." dedim içimdekileri dışa vurarak. Elinin orada olduğunu sanki yeni görmüş gibi afallayarak elini çekip saçlarını karıştırdı. Hızlı hızlı kafenin önüne geldiğimizde Amanda sanki geliceğimizi biliyormuş gibi elinde çantam kapının önünde bizi bekliyordu. Koşup çantamı ondan aldığımda önemli değil gibisinden bir şeyler zırvalayıp Samet'e baktı. (*3) Sanki ondan bir şeyler söylemesini bekler gibi baktıktan sonra Samet anlamış olacak ki konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzü Bizim
Teen FictionArkadaş, bir kelime, yedi harf. Ne bu bir kelime yedi harf? O bir kelime yedi harf içine dünyaları sığdırabilendir. Benim çok arkadaşım var. Kimisi çocuk kalmış, kimisi beni çocuk yapmış. Kimisi çocukluk aşkım olmuş, kimisi çocukluk aşkımı unutturmu...