Irlanda, 1692
Annemin sıcak yorganımı aceleyle üzerimden çekerek beni kucağına almasıyla rüyalarıman koparıldım. Ben anlamayarak etrafıma bakınıken, nefes alışım sıklaştı, düğümlendi boğazım, kalp atışlarım hızlandı, ve endişe böylece ilk belirtilerini göstermeye başladı benliğimde. Geniş odam her gece olduğu gibi karanlıktı; yere savrulmuş oyuncak ayımın bulanık hatlarını güçlükle seçebiliyordum. Ağustos böcekleri sanki ilgilerini çekmişim gibi sessizleşmişlerdi. Veya... belki de bir şey onları ürkütmüştü. Sorular zihnimde birbiri ardına sıralanırken, mahmur gözlerle etrafı izlemeyi sürdürdüm. Ancak tek bir soru hepsini bastırmayı başarararak kendini gösterdi. Neden korkuyordum? Olan bitenlerden habersizken nasıl bu kadar emin olabiliyordum korkumun haklı olduğuna? Bilmiyordum. Cevapsız kalan sorularımı huzursuzca savuşturdum. Daha sadece birkaç dakika önce bana hakim olan uyku beni tam anlamıyla terk etmiş, anneminkinin aynasıymışcasına gerilen bedenim panikle kavrulmaya başlamıştı. Beni taşıyan narin kadının bir eliyle tuttuğu mumun titrek ışığı, geceyle bir olmuş kumral saçlarını karanlıktan kurtaramayarak, ancak koyu kahverengiye bürnmelerini sağlayabilmişti. Yeşil gözlerimle, mumun ucunda ki kızıla çalan cılız ateşi izliyordum. Sanki var oluşu benim bir nefesime bağlı değilmiş gibi nazlanarak kıvrılıyor, sıcaklığıyla mumu eritirken, kırmızının yanı sıra, sarı ve turuncuyu da içine alarak minik bir renk cümbüşü oluşturuyordu. Eriyen mumun damlaları ise, aşağı doğru süzülerek metal yüzeyle buluşuyor, ard arda düşerken birbirinin üzerinde birikiyordu. Adeta tarifi imkansız güzellikte olan yanık kokusunu içime çekerken, gözlerimi kapattım. Fakat dakikalar birbirini izlidikçe annemin kucağına daha da şiddetle sarsılmaya başladım. Yanık kokusu yoğunlaştı, ve ancak kalabalığın dışarıdan gelen tehditkar bağırışlarıyla şimdi her tarafı sarmış olan kokunun, mumun masum ateşinden çok daha tehlikeli bir kaynağı olduğunu anlamamla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Alevler etrafımı çevirmiş, ahenkle dans ederken, annem kendi yanaklarından aşağı süzülen yaşlardan habersiz, hızla odayı aşmaya çabalıyor, beni vücuduyla arasına özensizce aldığı kolu, şimdi güçsüzce titriyor ve bunla beraber, bedeninin isyan edercesine, attığı her bir adımda, benim de sarsılmama neden oluyordu. Alevler giderek daha da yayıldı, ağır kadife perdeleri yuttu, duvarlarda ki rafları dolduran kitapları kavurdu. Alevler büyüdü. Aç gözlülükle önüne gelen herşeye hakim oldu. Kendi felaketimi büyülenmişçesine seyrederken, çıplak ayaklarımın yere temas ettiğini hissettim.
Getirildiğim holde, bütün aile bireyleri toplanmıştı. Her biri altın, harita, veya değerli sayılabilecek bir iki parça eşya taşıyor, yorgun adımlarla dar bir tünele açılan minik bir kapıdan geçiyorlardı. Malikanelerdeki yangından kaçıyordan çok, hareketli bir festival sonrası eve dönüyormuş gibi acelesizdiler. Dadımın, elime kalın bir kitabı tutuşturmasıyla düşüncelerimden sıyrılarak bu sefer dikkatimi, ellerimle iki yanından sıkıca kavrayıp göğüsüme bastırdığım büyük dikdörtgen cisime verdim. Koyu kırmızı deri kaplı yüzeyinde, bakır ile altın karşımı bir metal, kitabın kenarlarından itibaren kıvrımlar çizerek, ortasına doğru yol alıyor bir çemberin adeta koruduğu aile sembolünü çevreliyordu. Ancak elimin metalle temas ettiği yerler yanmaktansa hafifçe karıncalanıyor, ardından bu karıncalanma bütün vücudumu sarıp sarmalıyordu.
Aniden gelen patlama sesiyle irkilerek gözlerimi yumdum. Annemin çığlığı kulaklarımı doldurdu, ve kabuslarımı bir daha hiç terk etmeyecek şekilde aklıma kazındı.
Güneş tepelerin ardından tembelce yükselirken, ben hala hareketsizdim. Ateş her zamanki gibi küle çevirerek terk etmişti hükmettiklerini. Ancak bir sır kazanmıştım o gün: bana hükmedememişti.
KESTİK!
Hadi bi layk! ;)
Ne düşünüyorsunuz? Ne demek oluyor bütün bunlar?
Bu küçük kız kim? Arya mı, yoksa gözden kaçılırmış, ve Arya'nın daha karşılaşmadığı bir yabancı mı?
Peki ya, bu kız hala hayatta mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arya
Fantasi"Sanki bu ait olmadığım dünya rüyalarına karşılık anılarımı almıştı." Bomboş bir şehir düşünün. İnsan dolu ancak ruhlardan yoksun bir şehir. Ve o şehrin ortasında uyanan yalnız bir beden, peşinde tesadüfen karşılaştığı bir "yabancının" bile bilmediğ...