İnsanın mutluluğu neye bağlıdır? Sevdiği bir insana mı, sürekli kurduğu hayallere mi?
Bana göre mutluluk gerçeklikten ve insanın kendisinden geçer. Bundan dolayı sanırım mutlu olmak çok zor ve ulaşılmazmış gibi gelir bize. Bu söylediğimi kimileri kabul etmeyecektir ama bırakın şöyle açıklayayım size.
Geçmişin ünlü düşünürleri mutluluğun içsel bir kavram olduğundan bahseder genellikle. "Nasıl mutlu olunur" sorusunu sormak yerine mutluluk için şu ana odaklanmak, genelde düşünce ve yaşam biçimi olarak vurgulanır.
Yani mutluluğu şu anda ve kendimiz yaratırız.
Socrates mutluluk hakkında şunları söylemiştir:
"Mutluluğun sırrı; daha çok olanı aramakta değil, daha azın tadını çıkarma kapasitesine ulaşmaktır."
Elindekiyle yetinmek ve onunla mutlu olmak. İşte tam olarak bu.Bundan yıllar önce bu düşüncelerin tam tersini düşünüyordum. Sanılmasın ki kendimi bildim bileli böyle bir düşünce ile yaşıyorum. Geçmişimle yaşar mutsuz olurdum, geleceğimle yaşar kaygılı olurdum. Ama hiçbir zaman anı yaşamayı beceremezdim. Gençtim zaten bilmezdim ki neyin ne olduğunu.
Dünyanın gizemlerini kavramaya başladığım sıralarda annemle babamı kaybetmiştim. Tabii o zamanlar öldüklerini değil sadece uzun bir yolculuğa çıktıklarını söylemişlerdi bana. Belki de bana yapılan en büyük kötülüklerden biriydi bu. Her sabah pencerenin önüne gider gece orada uyuyakalıp büyükannenin beni uyandırmasına kadar geri dönmelerini beklerdim. Yaşım büyüdükçe ve kimse geri gelmedikçe umudumu da hayallerimi de büyükbabanın yaktığı şöminenin önünde oturur yakardım. Her geçen gün akıttığım gözyaşları azaldı ve en sonunda hiç ağlamayan soğuk nevalenin tekine dönüştüm. İsteklerim doğrultusunda olmadı hiçbir şey. Ben ağlayınca çok kızarlardı bana. Çok vururlardı. Çocuktum ve ağlamanın günah olduğunu düşünmüştüm.Büyükanne ile büyükbabanın yanında çocukluğumu ve gençlik dönemimi geçirdim. Öyle çok sevgi dolu günlerimiz olmadı. Benim sığınabileceğim bir eve ihtiyacım vardı, onlarınsa işlerini görecek bir ameleye. Çıkar ilişkisiydi anlayacağınız. Hiç saçlarım okşanmadı, hiç bedenime kollar sarılmadı. Ağlayınca suçlandım, susunca suçlandım. Sanırım ben bir günah olarak doğmuştum. Gerçi doğru ya. Bir günah sayesinde doğmuştum. Bu yüzdendir hep bir evlat gibi görülmek yerine sokakta yaşayan bir evsiz gibi görülürdüm. Kızmayın şimdi, evsizlere laf ettiğim yok benim. Boş duyarlarla esip gürleyen çoğu insanın evsiz görünce hiç yokmuş gibi davranmasını çok gördüm. İçiyle dışı bir olsa belki sevebilirdim insanı ve ben de insanım ya, neyse.
Bir tanıdığın yanında çırak olarak çalışmaya başladım çok küçük yaştayken. Küçük bir kahvehanesi vardı. Genelde orta yaş ve yaşlı insanlar gelir çay içerler ve kart oynarlardı. Ben de onlara servis yapardım. Ama günah çocuğuyum ya hep uğraşırlardı benimle koca koca adamlar. Düşürürlerdi beni kırılırdı bardaklar. Kahvehanenin sahibi tutardı kulaklarımdan dolaşırdı dört bir yanda. Parmakla gösterirlerdi beni gülerken etraftaki insanlar. Susardım.
Her akşam aynanın karşısına geçtiğimde daha bir yaşlı gelirdim gözüme. O geri dönülmez güzel yaşlarımı doyasıya yaşayamadan geçip gidiyordu günlerim.
Mutluluğu hayallerde, çiçeklerde, hayvanlarda, kitaplarda belki biraz da yağan yağmurda aramaya başlamıştım gerçeklikten kaçmak için. Gerçekler canımı sıkıyordu, gerçekler canımı acıtıyordu.
Var gücümle kaçtım bende.
Bir gün parkta tek başıma oynarken yere düşmüştüm gözlerim dolmuştu acımdan. Ağlayamamıştım korktuğum için. Ağlarsam canım yanar diye sustum. Yutkundum durdum boğazımdaki yumruyu yok etmek adına. Ama ben ne kadar yutkunursam yutkunayım o yumru bir vahşi hayvanmışçasına sıkı sıkı pençelerini geçirmişti oraya ve yeminliydi bırakmamak için. Bir çocuk geldi yanıma sonra, acımıyor mu nasıl ağlamıyorsun, diye sordu. Öylece yüzüne baktım sonra hızla kalktım uzaklaştım ondan.
Böyle böyle özgüvensiz içine kapanık biri olarak büyüdüm anlayacağınız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
give me something | chanlix
Fanfiction"Sevgilim, bana tutunabileceğim bir şey ver. Hiçbir şeye sahip değilim, seni kaybettiğimden beri." |skzinthefest 2020|