2

39 3 0
                                    

atahan başını cama yaslamış, derya'yı dinliyormuş gibi yapıyordu. sabahın erken saatlerinde, ağır ağır ilerleyen otobüsün içinde bir tek derya konuşuyordu. bu kadar erken bu kadar enerjik olması hep atahan'ı hayretler içinde bırakıyordu.

"mrs. doubtfire'ı izlememiş olduğuna inanamıyorum, atahan. bak şimdi şöyle oluyor: başrol robin williams, soapdish'teki kadın falan da var. bunlar boşanıyorlar..."

kalabalık otobüsün ön kapısından zar zor içeri giren deniz, kulaklığını boynuna indirdi. kartını okutup paranın ödendiğine dair bip sesi gelince otobüsün içlerine doğru yürümeye başladı. işte tam o sırada atahan ile göz göze geldiler.

atahan oturduğu yerde dikleşerek gülümsedi. sağ elinin iki parmağını alnına götürerek selam verdi. deniz, atahan'ı tanıyordu -gerçi atahan'ı herkes tanıyordu. yanında oturan ve heyecanla bir şeyler anlatan kızın da derya olduğunu biliyordu. sapsarı saçları vardı, çok güzeldi ve bunun farkında olması onu daha da çekici kılıyordu.

"günaydın." dedi deniz saçını kulağının arkasına atarken.

"deniz, sen mrs. doubtfire'ı izlemiş miydin?" diyerek derya, konuyu tekrar dün izlediği ve çok sevdiği filme getirdi. on beş dakikalık yol derya'nın fimi anlatması, atahan ve deniz'in gülerek kafa sallamaları ile geçti.

okula yakın bir durakta otobüsten indiler. kısa bir süre konuşmadan yürüdükten sonra okula varmışlardı. deniz yönünü kantine doğru çevirdiğinde atahan "derya ben bir kahve alıp geliyorum" diyerek deniz'in peşine takıldı.

görünüş olarak birbirlerine hiç benzemeseler de içten içe iyi anlaşacağını düşündüğü oğlanın yanına yaklaşarak sordu atahan: "sevgilin var mı?"

kulaklığını indirip kafasını salladı deniz. "bana mı dedin?"

"evet, ne dinliyorsun diyorum."

deniz telefonunu cebinden çıkarıp atahan'a doğru çevirdi. "mxmtoon. klişe ama seviyorum indie müzik. ismail abi ben bir patatesli, bir de çay alayım."

"senin sesin de güzelmiş diye duydum ben. ismail abi ben de iki kahve biri sütlü." atahan söylediği şeyin fazla mı ani olduğunu kestiremiyordu. deniz hakkında bildiği çok az şey vardı ve onun hakkında her şeyi bilmek istiyordu.

deniz yanakları kızarırken elini biraz anlamına gelecek şekilde salladı. bugüne kadar atahan'ın onu tanıdığını dahi düşünmüyordu. dönemin ilk başlarında sınıfına çok fazla girip çıkıyordu. başkanlık seçimini aslında onun kazandığına dair bir söylenti vardı ancak deniz olayın aslını bilmiyordu.

"sen eşit ağırlık sınıfındasın di mi? neden?"

"avukat olmak istiyorum çok küçüklüğümden beri. dedem avukatmış, ben doğduktan kısa bir süre sonra ölmüş. onun etkisi olduğunu düşünüyorum. sen neden dildesin?"

deniz patatesli poğaçasından bir ısırık aldı. "benzer hikayeler aslında. anneannem ingiliz ve kısmen ingiliz kültürünün içinde büyüdüm. bu yüzden dil filoloji okumak istiyorum. benim üstümde de onun etkisi oldu yani."

deniz'in anneannesinden konuşurkenki yüz ifadesi atahan'ın ilgisini çekmişti. gururlu ama buruk... atahan daha fazla sormak istiyor ama çekiniyordu. kahvesinden bir yudum aldı, cesaretini toplayarak sordu. "sen iyi misin? dün rehberliğin önünde de üzgün gibi görünüyordun."

deniz ve atahan artık kantindeki masalarda oturuyorlardı. dersin başlamasına daha on dakika vardı. okul yavaş yavaş doluyordu.

"anneannemi kaybettik iki hafta önce. benim için kaldırması çok ağır oldu. idolümdü anneannem. yaz tatillerimi hep onunla geçirdim, onunla büyüdüm. mutfakta yemek yaparken kalp krizi geçirmiş. hayatı boyunca bir kere hasta olmamış bir insanın birden gitmesi hepimizi şok etti."

beden eğitimi öğretmeninin ders başlıyor demek için kantine doğru yürüdüğünü fark edince ayağa kalktılar. derya'ya alınmış ama soğumuş olan kahve hala masanın üstünde duruyordu. atahan deniz'in omzuna dokunarak yüz yüze bakmalarını sağladı ve ona sımsıkı sarıldı.

"kendini hiç yanlız hissetmene gerek yok. ben hep burdayım, deniz."

yavşak atahanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin