𝐬𝐞𝐯𝐢𝐲𝐨𝐫, 𝐬𝐞𝐯𝐦𝐢𝐲𝐨𝐫 ❁ 𝟒

160 28 1
                                    

uzun boylu çocuğun telefonu çalıp arabadan indiğinden beri yarım saat olmuştu. genç olan hâlâ umutla bekliyordu gelmesini. önemlidir diye geçiriyordu içinden. ama gözleri dolmadan edemiyordu da.

arabadan bir hışımla inip gitmişti. gergin bakmıştı etrafa telefon çalınca. arkasında bıraktığı çocuğa son kez bakamadan uzaklaşmıştı.

arabadaki kedi huysuzlaşmaya başlayınca, Woo'nun içindeki endişe de gittikçe büyümüştü. derin bir nefes verip sürücü koltuğuna geçmişti. dokunsalar ağlayacak modundaydı o an. eli kontağa gitmedi önce. gözleri etrafta geziniyordu. ya gelirse diye düşünüyordu. yarım saat bir saate yaklaşmıştı bile. gitmek istemiyordu, ama başka çaresi de yok gibiydi. yanaklarını ıslatan yaşlarla beraber uzaklaşırken durdukları marketin önünden, büyük bir küfür savurdu ondan nefret eden Tanrı'ya. yine inancı kalmamıştı.

.

San babasının evine girdiğinde sinirden etrafı dağıtmamak için kendini zor tutuyordu. tam her şey yoluna girdi derken Çin'e gönderilme kararı verilmişti onun için. şirketin başına geçecekti. yaşı geldiğini söylüyordu babası. 21'ine gireli aylar olmuştu oysa ki. neden şimdi diye parladı San.

'şirketin başına geçince, hissedarlardan birinin büyük kızıyla evleneceksin. daha fazla skandal istemiyorum.'

klişe laflar kulağına ulaştığında, kendini tutamayıp kahkaha attı bu sefer. babasından ömrü hayatı boyunca nefret etmişti San. hep kendine göre kurmuştu hayatını. belki de bu yüzden papatyalarla veda etmişti annesi. nefret ettiği o papatyalarla.

aklında tek bir düşünce vardı zorla ülkeden gönderilirken San'ın; vanilya kokulu çocuk.

babası gereksiz bir şekilde tehtid etmişti tek oğlunu. çevresindekilere zarar verecekmiş güya. bu korku San'a uzaklaşmak için yeterli sebebi veriyordu bile.

küçüklüğünden beri zarar gören meleğine, şimdi onun yüzünden zarar vermelerine izin veremezdi. sessiz sedasız yok olmayı tercih etmişti. annesi gibi.

aylar geçse bile değiştirmemişti ekran fotoğrafını. onda ki tek fotoğraftı o. günlerini o fotoğrafı izleyerek geçiriyordu hatta. işten kaytarıyordu çoğunlukla, ama neredeyse her şeyi öğrenmişti. tüm kötü yanları, bütün kozları. babasına karşı kullanılabilecek ne varsa. içi rahattı o yüzden. evine, sevdiğine kavuşabilecekti bir ay sonra.

kendine ait ofisindeki rahatsız deri koltuğa oturmuş, yine o fotoğrafa bakıyordu. aklına gelenle beraber, daha önce hiç kullanmadığından boş, bilgisiz bir şekilde hesap açtı kendine. yabancı kalmak istiyordu böyle ortamlara nedensizce. sevdiği çocuğun hesabını bulup, mesaj kısmına girdi elleri titreyerek. öylesine gerilmişti ki, oturduğu yerde dikleşmişti. rahatsız olan koltuk iyice tahtaya oturuyormuş gibi geliyordu ona.

shibberr1 - merhaba

evde oturuyordu genç olan. aylar önce ona istemsizce bırakılan Byeol ile oynuyordu. o gittiğinden beri
market alışverişi için bile çıkmamıştı dışarıya. sipariş veriyordu her şeyi. zayıflamış, güçten düşmüştü hatta. acaba o nasıldı? neredeydi? mutlu muydu en önemlisi? neden gitmişti? yoksa sadece gönül mü eğlendirmişti onunla?

aklından geçen yüzlerce soruyla beraber nefesini sertçe dışarı bıraktı Wooyoung. halıya bıraktı zayıf bedenini. gözleri doluyordu her zaman ki gibi. etrafta gezdirdi buğulu gözlerini. evi iyice dağılmıştı, hiçbir şey yapmıyordu ki. sadece yatıyor ve hazır gıdalarla besleniyordu.

'sike-'

içinden gelen küfürü yarıda kesilmesine neden olan telefonunun iğrenç bildirim sesiydi. uzun süredir duymuyordu bu sesi. bu yüzden dikkatini çekmişti gelen bildirim. gereksiz bir spam mesajı çıkarsa sinirden telefonu kırabilirdi. bu yüzden temkinli yaklaşıyordu telefona. telefonu eline alınca sosyal medya hesabına gelen yabancı mesajla karşılaşmıştı. merakla koltuğa oturdu. mesajı açtığında tanımadığı kişiye cevap verip vermeme konusunda tereddüte düşmüştü bile. gözlerini Byeol'e çevirdi. kedi halının ortasına yatmış yeni sahibine bakıyordu. hayatına yeni biri girecekti belki de. arkadaş olsa dahi buna hazır mıydı, emin değildi Woo. son kez derin bir nefes alıp içinde tuttu. hızlıca yanıt vermeyi tercih etmişti.

uniqueonee - merhaba?

telefonu yanına koymaya yeltenmişti ki, anında görüldü olan mesajı ile anlamsız bakışlar atmıştı telefona. yazıyor imgesini gördüğünde ise telefonu tekrardan yüzüne yaklaştırdı.

shibberr1 - rahatsız etmiyorum umarım.
sadece tanışmak için yazdım.

uniqueonee - doğru bir zaman olduğu konusunda şüpheliyim.

shibberr1 - doğru zaman gelene kadar beklerim bende,
büyük bir sıkıntı değil.

Woo'nun anlamsız bakışlarının yerini merak hissi almıştı. cidden kimdi karşısındaki kişi? ve neden tam şuan ona yazıyordu?

uniqueonee - kimsin sen? neden tanımak isteyesin ki beni?

shibberr1 - gördüğün gibi, ben shibberr1.
ve ben seni senden daha iyi tanıyorum Woo.

bir ay daha.

çocuk içinden konuşurken Byeol'ün mamasını koymakla meşguldü. toparlanıyordu yavaş yavaş. evden çıkmıştı ilk defa. ve ilk işi sevdiği adam gibi yüzmeyi öğrenmekti. yüzme kursuna yazılıp, derslere gidiyordu her gün. programını sıkı tutmayı kendi istemişti. kafası dağılsın istiyordu çünkü. biraz olsun uzaklaşmak istiyordu gülen gözlü adamdan. yoksa kurtulamayacaktı bu derin okyanustan. ya nefret edecekti uçsuz bucaksız mavi denizinden, ya da boğulacaktı yüzmeye çalışırken. ortada kalmayı tercih etti o da. yüzmeyi öğrenip denizi sevmeyi.

cebinde titreyen telefonunu eline aldı sessize almak için. sahi, yabancı çocukla bir aydır konuşuyorlardı. hâlâ öğrenmemişti kim olduğunu. zamanı geldiğinde söyleyeceğini söylüyordu. hayal kırıklıklarıyla yaşamaya alışmıştı Wooyoung. yine yalan söylerse biri beklemeden arkasını dönüp gidebilirdi. ağlamaya hali bile kalmamıştı ki.
her gece ağlasa bile, yorulmuştu artık.

bildirim panelinden göz ucuyla okuduğu mesajlar arasında Shiber'in attığı bir kaç fotoğraf vardı. meraklanıp mesajlara girdi çocuk. ilk fotoğraf havaalanında çekilmişti. anlam veremedi önce. diğer fotoğrafı açtı sonra. arabada çekilmişti o da. yoldaydı. tanıdık bir yoldu ama. garip bakışlarını ekranda gezdirdi. nedensizce kalbi hızlanıyordu. yere oturdu. önüne düşen saçlarını geriye taradı. yolu şimdi tanımıştı. Seul'deydi çocuk.

gözleri irileşen Woo hızlıca üçüncü fotoğrafa bastı. biri onunla dalga geçiyor olmalıydı. fotoğraf, evinin fotoğrafıydı. telefonu fırlatırcasına yere atıp ayağa kalktı. koşar adım dış kapıya ilerliyordu. kilitleri açıp dışarıya çıktığında bir işaret aradı etrafında. bahçede karmaşık adımlarla yürüyordu. tatmin edici bir şey bulamadığında bahçe kapısına ilerledi. elleri titremeye başlamıştı. heyecandan soğuk soğuk terliyordu, ama bedeni utanmasa alev alacaktı. bir anda kapının koluna asıldığında yüzüne patlayan kamera flaşıyla geriye çekilip elini yüzüne siper etti. o sırada meleksi erkek sesi kulaklarını doldurmuştu. gözlerine firar eden gözyaşlarının sebebiydi o ses. asla duymayı beklemediği bir sesti.

'bu telefonumdaki ikinci fotoğrafın oldu.'

vanilla - woosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin