Ertesi gün evdeki herkes Bay March'ın çevresinde pervane gibi dönmeye başladı. Onun yanından hiç ayrılmak istemiyorlardı. Adamcağızı neredeyse sevgiden öldüreceklerdi.
Bay March'ı, Beth'in divanının yanındaki büyük bir koltuğa oturtmuşlardı. Arada bir Hannah da kapıdan başını uzatıp sevgili efendisine bir göz atıyordu. Hepsi çok mutluydular, hiçbir eksikleri yok gibiydi.
Jo ile Meg bu konuda hiç konuşmadıkları halde yoluna konması gereken bir şey daha olduğunu biliyorlardı. Anneleriyle babaları kaygılı gözlerle önce Meg'e sonra da birbirlerine bakıyorlardı. Jo ise aklına John Brooke geldikçe bunalıma giriyordu. Hatta bir keresinde John'un taşlıkta unuttuğu şemsiyesine yumruk sallarken yakalanmıştı.
Meg çok dalgındı. Çekingen, sinirli bir hâli vardı. Kapının her çalınışında irkiliyor, John'un adının her geçişinde de kıpkırmızı oluyordu.
"Herkesin bir şeyler bekler gibi bir hâli var," diye mırıldandı Amy. "Artık babam da eve döndüğüne göre ne beklediğimizi anlayamıyorum."
Beth ise saf saf, komşularının neden gelmediklerini merak ediyordu.
Laurie, o gün öğleden sonra March'ların evinin önünden geçiyordu. Pencerede Meg'i görünce birden kendini yere atarak deli gibi kıvranmaya başladı. Saçlarını yoluyor, ellerini kavuşturarak yalvarır gibi yapıyordu. Meg sinirlenerek çekip gitmesini söyledi. Laurie, yalancıktan mendili ile gözyaşlarını kurular gibi yaptı. Büyük bir üzüntü içinde sendeleyerek oradan uzaklaştı.
Meg bir şey anlamamış gibi yaparak "Bu aptal ne demek istiyor?" diye söylendi.
"Senin sevgili John'unun ileride yapacağı şeyleri gösteriyor," dedi Jo asık bir suratla. "Ne kadar etkileyici değil mi?"
"Benim John'um falan değil o," dedi Meg, "lütfen bana sataşma Jo. Sana daha önce de söylediğim gibi John'u falan sevdiğim yok benim. Aramızda hiçbir şey değişmedi. Hepimiz eskisi gibi hâlâ arkadaşız."
"Hayır değiliz!" diye bağırdı Jo. "Hiçbir zaman da eskisi gibi olamayız. Sen artık eskisi gibi değilsin. Benden o kadar uzaklaştın ki. Seni üzmek istediğimi sanma. Ben zaten her şeye erkekçe katlanmaya karar verdim. Bu işin bir an önce yoluna girmesini istiyorum. Artık kararını versen iyi olur."
Meg, elindeki işine eğilerek "Ortada benim karar vermemi gerektiren bir şey yok," dedi. "Üstelik o benimle konuşmadıkça ben bir şey yapamam. O da harekete geçmeyecektir. Çünkü babam ona daha küçük olduğumu söylemiş."
Yaşı konusunda babasıyla aynı fikirde olmadığı belliydi.
"John gelip seninle konuşmaya kalkarsa ne yapacağını şaşırırsın sen. Hemen kızarır ve ağlamaya başlarsın. Ne söyleyeceğini bilemezsin. Ya da her şeye razı olursun."
"Hiç de senin sandığın kadar aptal değilim ben," dedi Meg. "Ne söylemem gerektiğini çok iyi biliyorum. Boş bulunup saçma sapan şeyler söylememek için her şeyi kafamda önceden tasarladım. Her şeye hazırlıklıyım artık."
Jo, daha saygılı bir tavırla, "Peki ona ne söylemeyi düşündüğünü bana da söyler misin?" diye sordu.
"Tabii ki," dedi ablası, "sen on altı yaşına geldin ve benim sırdaşım olabilirsin. Hem benim deneyimlerim ileride belki sana da yararlı olur. Yani senin de başına bu tür şeyler geldiği zaman demek istiyorum."
"Benim başıma böyle şeyler gelmeyecek! Başkalarını seyretmek çok daha eğlenceli. Benim başıma gelse sinirimden çatlarım."
"Bence hiç de çatlamazsın," dedi Meg, "insan birini sevdikten sonra..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Küçük Kadınlar
Historical FictionLouisa May Alcott'ın 1868'de yayımlanan ölümsüz yapıtı Küçük Kadınlar'ın kuşaklar boyu her yaştan okuru büyülemesinde, aile hayatını idealleştirmesinin ve her çağda geçerliliğini koruyan evrensel temaları kucaklamasının rolü vardır kuşkusuz. Sevgi...