'Altı

555 26 4
                                    

Selam!

Ya Emel teyze bileziğimi gördün mü?" anneannemin bana verdiği bilezik kaybolmuştu ve ben hiç bir yerde bulamıyordum.

O benim için çok değerliydi. Anneannemden kalan tek eşyaydı. Anneannem annem öldükten sonra kalp krizi geçirmiş ve vefat etmişti. Annemden nefret etmemin bir sebebi de buydu aslında.

Benden onu almıştı. Anneannemi çok severdim. O da beni çok severdi. Arada onun evinde kalırdım ve hep dertleşirdik. Arkadaş gibiydik aslında bir hafta göremesem dayanamazdım ama annem olucak kadın yüzünden o da gitmişti.

Bana verdiği bileziği kaybetmiştim ve kendimi çok kötü hissediyordum. O bilezik hep bana uğur getirirdi. Elimde olmadan gözlerim dolduğunda bunu Emel teyze görmüştü.

"Buluruz küçük hanım. Neden ağlıyorsun şimdi?" diyip yanıma geldiğinde hızla kollarına sardım bedenimi. Buna çok ihtiyacım vardı. Birinin beni sarıp sarmalamasına çok ihtiyacım vardı. Birinin benim yanımda olmasına çok ihtiyacım vardı.

"O-o benim için çok önemliydi." Emel teyze saçlarımı okşuyordu. Emel teyze ve kızı bana yardım ediyorlardı. Emel teyze yemekleri, Ezgide temizliği yapardı.  Sabah gelir akşam giderlerdi.

Üç gündür gelmişlerdi ama ben onlara hemen ısınmıştım. Çok iyiydi Emel teyze.

"Tamam bulucağız ama sen ağlama. Hadi git odana biraz dinlen bende bileziğini bulayım." dedi ve benden ayrıldı. Ben kafamı sallayıp üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldim.

Odama geldiğimde direk yatağıma uzandım. Her gün olduğu gibi yıldızlarla dolu olan tavanımı izlemeye başladım.

Yine aklıma o gelmişti. Ne zaman bu tavana baksam gözümün önüne geliyordu zaten. Ben anlamıyordum. Aklıma neden o geliyordu ki? Niye gözümün önünden yüzü hiç gitmiyordu? Gerçekten bir anlam veremiyordum.

Evet bahsettiğim kişi Yağız. O gideli üç gün olmuştu ama onu unutamıyordum. Fazla görmesemde o hoş gülümsemesi aklımdan çıkmıyordu ve bu çok saçmaydı. Onu neden düşündüğüme anlam veremiyordum.

Acaba o da hiç beni düşünmüş müdür diyede geçiriyorum aklımdan ama bir sevgilisi olduğuda geliyordu aklıma.

Sonra onu acaba ne kadar seviyor diye düşünüyordum. Daha sonra onu düşleyerek aynı şimdi olduğu gibi uykuya dalıyordum.

...

"Derin hanım! Kahvaltınız hazır." Ezgi'nin kulak çınlatan sesine yüzümü buruşturup yorganı yüzümden attım ve güneşten gelen ışığa gözlerimi alıştırmaya çalıştım.

"Saat kaç?" sorduğum soru ile pantolonunun arka cebindeki telefonunu alıp saate baktı.

"On'a geliyor hanımım." hanımım demesi ile yüzümü tekrar buruşturmuştum.

Hanımım ne ya? Ben on dokuz yaşındayım. "Ezgi bana Derin de lütfen." telefonunu tekrar eski yerine koyup kollarını göğsünde birleştirdi.

"Annem böyle söylememi istiyor." Emel teyzede bana hanım diyordu ve ben bundan ciddi anlamda rahatsız oluyordum. Bunu dile getirmeme rağmen ısrarla hanım diyorlardı.

"Tamam Ezgi sen in ben geliyorum." dedim ve yataktan kalkıp boğaz manzaralı pencereme koştum. Perdeyi çektim ve camı açıp temiz hava gelmesini sağladım.

Burnuma gelen deniz kokusu ile derin bir nefes alıp o eşsiz kokuyu içime çektim. Martıların sesi ile yüzümde hafif bir tebessüm belirmişti. Gerçekten burayı çok seviyordum.

Pencerenin önünden çekilip odamda ki lavaboya girdim.

Aynanın karşısına geçip karışmış saçlarımı güzelce tarayıp sıkı bir at kuyruğu yaptım. Odama geçip üstümdeki kıyafetleri çıkartıp dolaptan kot şort ve salaş sarı bir tişört alıp hızlıca üzerime geçirdim.

İşim bitince aşağıya indim. Salona geçtiğimde Emel teyze masayı hazırlamış çayı doldurmak için beni bekliyordu. Onu bekletmeden yerime geçip oturmuştum. Masa gerçekten enfes gözüküyordu ve açıktığımı bu masayı görünce anlamıştım.

Emel teyze çayı fincanıma doldururken ona dönüp konuşmuştum. "Bileziğimi buldun mu?" sorduğum soruyla bana dönmüştü.

"Sen uyuduktan sonra bütün evi aradım ama bulamadım. Sabah geldiğimizde tekrar aradım ama yoktu. Kusuruma bakma." dediği şey ile suratım asılmıştı. Neredeydi bu bilezik? İlk defa bu kadar uzun süreli kayboluyordu.

"Ama dert etme ben yarın tekrar dip köşe ararım. Hem belki burada değilde dışarıda bir yerler de düşürmüşsündür." olabilir ama buraya geldiğimden beri evden çıkmamıştım.

"Sağol Emel teyze." dedim ve çayımdan bir yudum aldım. Emel teyze belki gelir diye hergün sorduğum gibi bugün de sormuştum.

"Ya ama Emel teyze siz niye gelmiyorsunuz ki? Ben kendimi yalnız hissediyorum." kaç gündür ısrar etmeme rağmen benimle masaya oturmuyorlardı.

"Olmaz kızım sana afiyet olsun. Biz mutfakta atıştırdık bir şeyler." deyip mutfağa geçtiler. Ben sıkıntıyla soluyup kahvaltıma döndüm.

Azda olsa yedikten sonra masadan kalkmış televizyonun karşısına oturmuştum. Zaten geldiğimden beri yaptığım şeyler bu kadardı. Yemek yiyip televizyon izlemek. Arada kitapta okuyordum ve artık sıkılmaya başlamıştım.

Televizyonda sevdiğim bir sabah programı başlayınca hemen onu açıp izlemiştim. Ben televizyona dalarken Emel teyzenin sesi ile ona dönmüştüm.

"Derin hanım biz mutfak alışverişine gidiyoruz. Ekstra istediğiniz bir şey var mı?" ben olumsuz anlamda kafamı salladım. "Peki o zaman görüşürüz." dedi ve evden çıktı.

Bir saat kadar televizyon izledikten sonra sıkıntıyla elimdeki kumandayı sallarken kafamı pencereden dışarı çevirdim. Boğazı görebiliyordum ve deniz çok güzel duruyordu. Neden çıkıp sahilde gezmiyordum ki? Salak gibi evimin neredeyse yanında olan sahilde hiç yürümemiştim.

Bir hışımla kalkıp odamın olduğu kata çıktım. Odama geçip yüzüme ve kollarıma güneş kremi sürdüm. Gözlüğümü, babamın bana gönderdiği yeni telefonumu ve kulaklığımı alıp aşağıya indim.

Dış kapıdan açılma sesi gelince kafamı oraya çevirdiğimde Emel teyzelerin geldiğini gördüm. Onlarda kafalarını bana çevirmişlerdi.

"Hoşgeldiniz Emel teyze. Bende sahilde yürümeye gidiyordum." diyerek onların yanına gittim. "Hoşbulduk kızım." dedi ve elindeki poşetler ile mutfağa geçti. Ezgi'de onun arkasından mutfağa geçmişti.

Açık olan kapıdan çıkıp evimizin önündeki bahçeden dışarı çıktım. Hava bugün çok sıcaktı ve insanı bayıyordu. Hızla gözlüğümü takıp yakın olan sahile doğru yürümeye başladım.

Dışarısı gerçekten kalabalıktı. İnsanlar bu sıcağa rağmen dışarı çıkıyorlardı. Beş dakika daha yürüdükten sonra Ortaköy sahile gelmiştim.

Burasıda kalabalıktı. İnsanlar bisiklet sürüyordu. Bende bisiklet sürmeyi çok severdim ama artık binmez olmuştum. Nedeni tabiki de babamdı. Bir kere bisikletten düşüp kolumu kırdığım için beni dövmüştü. O halimde bile düştüğüm için beni dövmüştü.

Garip, gerçekten garip. Herkes düşüp bir yerlerini kırabilir değil mi? Ben düşemezdim işte. Dayak yerdim. Artık dayak yememek için bisikletten korkar olmuştum.

Elimdeki telefonu kulaklığıma bağladım ve bir şarkı açıp yürümeye başladım. Yürüdüm yürüdüm yürüdüm...

Karşıma babasından pamuk şeker isteyen tatlı bir kız çıktı. Babası tabiki de doğal olarak almıştı. İmrenerek durduğum yerden onları izlemeye başladım. Babası kızına sanki bir mücevhermiş gibi bakıyordu. Kızını çok sevdiği belliydi.

Keşke babamda beni sevseydi. Bana kızım deseydi. Sadece kızım. Şeytan diyordu bana Şeytan. Neden beni sevmemişti ki? Ben ona ne yapmıştım ki?

Niçin saçımı okşayıp tarayacağına saçlarımı yoluyordu? Ona bunu yaptıracak ne yapmıştım ki ben? Bütün suç onların yasal olmayan ilişkisiydi halbuki.

Annem bana hamile olduğunu babamın ailesine söyleyince istemeselerde evlenmek zorunda kalmışlar. Bu tabikide aile itibarlarının sürmesi içindi. İki ailede varlıklı ailelerdi ve o cemiyette tanınan ve saygı duyulan insanlardı. Bunu yok etmek istememişlerdi.

Evlenmişlerdi ama hiç aile gibi değillerdi. Birbirlerini aldatırlardı ve bunu ikiside bilirdi. Sevmezlerdi birbirlerini ve ikiside evlenmek istememişlerdi ama evlenmek zorundalardı. Babam beni suçlardı bu durumu yaşadıkları için ama unuttukları şey ise ayıptır söylemesi beni yapan zaten onlardı. Onlar hata yapsınlar cezasını ben çekeyim.

Gözlerimden yaşlar akınca ellerim ile onları yok etmeye çalışmıştım ama nafileydi. Dayanamayıp hıçkırdığımda yan taraftaki banka oturdum.

Ellerim ile kafamı iki yanından tutup aşağıya eğmiştim. Aklıma babamın beni dövdüğü anlar geliyordu ve o acıları şuan hissediyordum. Kırık çenem kendini hatırlatmak istercesine sızlamıştı.

Şuan kriz geçiriyordum ve ne yapacağımı bilmiyordum. Her zaman olmuyordu bu arada bir olurdu. Babamın bana şiddet uyguladığı anları hatırlayınca olurdu genelde.

Kendimi ileri geri sallayarak sakinleşmeye çalıştım ama olmuyordu. Kendi kendime sayıklamaya başlamıştım. "Sakin Derin. Sakin ol. Geçti." ben deli gibi bunları sayıklayıp sallanırken omzumda küçük bir el hissetmem ile kendimi çekmem bir olmuştu.

Delirmiş gibi ellerim ile yüzümü siper alıp bağırmıştım. "Vurma, vurma bana." kendimi kaybetmiştim. Sanki şuan karşımda babam vardı ve beni dövüyordu. Hıçkırarak ağlıyordum ve çok korkuyordum.

"Abla ben sana vurmadım ki." diye bir ses geldi. Yavaş yavaş kendime geliyordum ve o kabus gidiyordu. Kollarımı yüzümden çekip gözlerimi açıp etrafımda bana acıyan bakışlar gördüm.

"İyi misin kızım?" dedi bir teyze. Daha sonra bir adam konuştu. "Bir anda bağırdın ve yanında kimse yoktu. Kimse sana vurmadı ki." derken gözleri şokla bana bakıyordu.

"Abla neden ağlıyorsun? Ağlama." yine o sesi duyduğumda kafamı eğip baktım ve daha demin imrenerek baktığım kızı gördüm.

Saçları iki yandan toplu olan küçük kızın mavi gözleri kızarmıştı. Heralde bağırdığım için korkmuştu.

Ellerim ile hızla gözlerimi silip ona baktım. "Ağlamıyorum ki ben. Gözlerime toz kaçtı." diye bir yalan uydurdum ne kadar yalan söylemeyi sevmesem de.

"Söyle o tozlara bir daha gözüne girmesin. Seni çok korkutmuşlar baksana. Hatta ben kızarım onlara." dediğinde ciddi olup olmadığına baktığımda gayet ciddi bir ifade ile konuştuğunu gördüm. Ağlamama rağmen güldürmüştü beni.

"Tamam o zaman sen söylersin onlara." derken etrafımda ki insanlar dağılmıştı bile. Sebepsizce bu tatlı kıza sarılmak istemiştim. Çok masum bakıyordu.

"Sana sarılabilir miyim?" dediğimde arkasında duran babasına izin almak istermiş gibi baktı. Babası hafif gülerek kafasını salladığında gülerek bana baktı ve gelip minik kollarını sardı.

Bende ona sarıldığımda onun için o kadar mutlu olmuştum ki. Benim gibi bir hayatı olmadığı için. Onu çok seven ve şiddet uygulamayan bir babası vardı. O gerçekten çok şanslıydı.

Kollarını benden çekerken gözlerimden yine yaş düşmüştü ve bunu görmüştü. Minik elleri ile gözaltlarımı silip konuşmuştu. "Bu tozlar ne kadar kötü ya. Senin gibi güzel bir ablayı ağlatıyor. Polis abiler onu tutuklasınlar bence." dediğinde gülmüştüm. En fazla beş yaşındaydı ve bu bilmiş konuşmaları beni güldürmüştü.

"Ben söylerim onlara bir daha ağlatmazlar beni." dediğimde ellerini yüzümden çekmişti.

"Abla senin adın ne?" diyip yanıma oturmuştu.

"Derin ablacım. Senin adın ne bakalım?"

"Aa adın ne kadar da şeker bir admış. Benim adımda Irmak." dedikleri ile tekrar gülmüştüm. Bana gerçekten iyi gelmişti.

"Senin adın daha şekermiş." dediğimde gülmüştü. Gerçekten çok tatlı bir kızdı.

"Irmak hadi artık gidelim." demişti Irmağın babası. "Ama baba ben bu ablayı çok sevdim biraz daha duralım." dediğinde onu ısırasım gelmişti. Bende onu çok sevmiştim.

"Olmaz kızım belki ablanın işi vardır. Hem annen bizi bekliyor." dedi babası.

"Peki madem." diyip ayağa kalktı Irmak ve bana dönüp devam etti. "O zaman görüşürüz Derin abla." dedi ve bana yaklaşıp yanağıma minik bir öpücük bıraktı ve babasının yanına gitti.

"Görüşürüz Irmak." dedim ve ona el salladım. O da bana el salladı ve babasının elini tutup buradan uzaklaştı. Bende fazla beklemeden eve dönmek için kalkıp yürümüştüm. 

Fazla yürümeden eve geldiğimde kapıyı çalıp beklemeye başladım. Ezgi kapıyı açtığında gülümsemiştim ona.

"Hoşgeldiniz hanımım." dedi ve kapıdan çekildi. Ben içeri girdiğimde bana döndü ve konuştu. "Bu arada misafirleriniz var. Salonda sizi bekliyorlar." dediğinde şaşırmıştım. Kim gelmişti ki?

Hızla salona doğru yürüdüm. Salondan içeri girdiğimde gördüğüm kişiler ile şok olmuştum.

Bunların burada ne işi vardı?

Lütfen oy atmayı unutmayın.

OTOSTOPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin