"Gökçe ben çok kötüyüm. Dayanamıyorum bu acıya. Sanki kalbimi sökmüşler de kanlı elleriyle parçalıyorlar. Bedenim acıyor. Tenim ateşe atılmış gibi yanıyor. İnsan fiziksel bir şiddete maruz kalmadan nasıl bu kadar acı çeker? Nasıl bu kadar hisseder derinden? Lütfen gel Gökçe. Sana ihtiyacım var."Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Pencereden hafifçe uzandım ve kapalı perdeleriyle karşılaştım. Karşı apartmanlarda oturuyorduk.
"Gökçe lütfen." diye fısıldadı. O konuştukça, ağlamaklı sesi titredikçe, hıçkırdıkça kalbim sızlıyordu. O acıyı bende ta derinden hissediyordum. En derinlerimde.
Anahtarımı kaptığım gibi dışarı fırladım. Apartmandan çıkıp birkaç adım attıktan sonra zaten önceden açmış olduğu apartman kapısından içeri girdim ve merdivenleri tırmanmaya başladım. Üçüncü kata ulaştığımda nefes nefeseydim. Elimi kaldırıp kapıyı çalmaya yeltenirken kapının aniden açılmasıyla afalladım. Kolları beni sıkıca kavramış sarsılan omuzlarının arasında sıkıştırmıştı. Nefesini boynumda hissediyordum.
"Teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim." Titreyen dudakları ve kesik soluklarının arasında fısıldıyordu. Nefesi boynumu yakıyordu. Omzumu ıslatan gözyaşlarıysa yüreğimi.
"Geldim, burdayım. Geçti. Şşş tamam." Onu hafifçe ittirdim. "Omzumu ıslattın sümüklü. " dedim dolan gözlerimi kırpıştırarak. Erkeksi gülüşü kulağıma geldiğinde o da hafifçe uzaklaştı. "Beni bu halde bile güldürmeyi nasıl başarıyorsun sen?"
"Geç bakalım içeri. Sorun ne? Yine kalbini bu kadar kıracak ne yaptı Gökalp? Neden izin veriyorsun seni paramparça etmesine? Yetmedi mi bu kadarı?" Ard arda sıraladığım sorular yine anıları kafasında canlandırmış olmalı ki gözlerini yeniden hüzün kapladı.
"Bana pasta alır mısın?"
"Ne?" kelimesi dudaklarımdan döküldü. Şaşkınlık içindeydim. Az önce hıçkırarak ağlıyordu ve şimdi pasta mı istemişti?
"Pasta diyorum ya pasta. Neden bön bön bakıyorsun ki? Hiç mi duymadın? Gökçe lütfeeeeen." Ah bu çocuk beni çıldırtacaktı. Sadece anlatmak istemediğinde bir şeyler istiyor. Ben alıp gelene kadar da kendini toparlamış oluyordu.
"Bak alırım ama anlatacaksın. Söz ver. Seni böyle üzmesine izin vermeyeceğim artık. Ona söyleyecek iki çift sözüm var ve sonra ağzına sı-" kolumu sertçe tuttu ve lafımı ağzıma tıkayıp "Hayır. Tamamlama bile. Ona dokunmayacaksın. Hem ben hakettim tamam mı? İstemiyorum konuşmayacaksın da." Dedi. Derin bi nefes verdim. Az önceki halinden eser yoktu. Gözlerini nefret bürümüştü birden. Nasıl da kendini suçlu buluyordu her durumda. "Tamam karışmayacağım. Gidiyorum ben Gökalp." dedim kapıya doğru yönelirken.
"Gökçe, Gökçeee. Özür dilerim. Sadece onu çok seviyorum. Biliyorsun. Ona zarar gelme düşüncesi bile.. Ah kahretsin kolunu acıttım." Parmaklarının izi çıkmış bileğime sıcacık dudaklarını bastırdı ve tüyden bile hafif bir öpücük kondurdu. Elimi hızlıca çekip ondan kurtardıktan sonra
"Tamam pasta alıp geleceğim tamam mı?" diye fısıldadım. Ona kızamıyordum. Kıyamıyordum.Kendimi sokağa attığımda buz gibi hava tenimi kesiyordu. Üzerime bir şey almadan çıkmıştım. Neyseki cadde yakındı. Adımlarımı hızlandırdım ve bu havada bile kapısının önündeki sandalyeleri kaldırmamış olan pastacıya girdim. Orda oturan var mıydı sahi? Benim gibi montsuz dışarı çıkan bir deli varsa oturan da vardır herhalde diye geçirdim kafamdan. Ceplerimi yokladım. Çıkmadan Gökalp'in elime sıkıştırdığı parayı çıkardım ve bana tuhaf gözlerle bakan satıcıya "Çikolatalı pasta alacağım. Montumu unutmuşum da. Soğuğu severim ben hem. Üşümüyorum. Her neyse." Ah neden açıklama yapıyordum ki? Tam bir deli gibi göründüğüme emindim. "Tabii." dedi kıvırcık saçları alnına dökülen tahminimce bizden birkaç yaş büyük gözüken çocuk. "Hava oldukça soğuk. Bence böyle çıktığın için hasta olacaksın." dedi üstündeki hırkayı elleriyle sallarken. "Alabilirsin."
"Ne? Şeyy, gerek yok evim yakın benim." dedim hızlıca. Elindeki kutuyu hafifçe havaya kaldırdı ve salladı. "Pastayı diyorum. Alabilirsin." dedi gözlerini üzerime dikerek. İşte tam o anda bir utanç dalgası tüm bedenimde yayıldı. Yanaklarıma hücum eden ateşi hissedebiliyordum. "Sikt.. Ee pardon, hıhı tabi alıyorum." Poşeti elinden kaptığım gibi dışarı fırladım. Ah ikinci bir utanç dalgasının geldiğini hisseder gibiyim. Parayı unutmuştum!
İçeri girip parayı masaya fırlatırcasına bırakıp koşaradım çıktığımda arkamdan boğuk kahkasını duyuyordum. Ten rengimin artık beyaz olmadığına emindim. Soğuk beni kendime getirdiğinde hızlıca Gökalp'e geldim ve zili çaldım. Çok beklemeden kapı açıldı. Kapıda az önce evde bıraktığım çocuktan eser yoktu. Neşeyle elimdeki pastaya uzanırken gözleri yüzümde geziyordu. Ah kahverenginin en güzel tonu mu olurmuş? Sanırım vardı ve onun gözlerine hapsolmuştu.
"Neden öyle bakıyorsun bücür? Ver hadi şu pastayı. Hem sen niye bu kadar kırmızısın, köpek mi kovaladı?" Dedi alaycı ses tonuyla. Pastayı elimden alırken hâlâ kıkırdıyordu .
Sinirle "Hava soğuktu. Senin yüzünden mont giymeyi unuttum. Hem üç kat merdiven çıktım. Tabi kırmızı olur. Allah allah ya!" dedim. Utancımı sinirle ortadan kaldırmaya çalışıyordum sanırım. Buz gibi olmuş avuçlarımı yanaklarıma bastırdım.
Gökalp hüzünlü bir sesle "Gökçe tamamen unuttum. Özür dilerim. Keşke montumu alsaydın. Nasıl akıl edemedim?" Dedi yüzümdeki ellerimi avuçlarının arasına alırken. Hayır suçluluk duymasını istemiyordum. Bu kendi sorumsuzluğumdu. Her suçu kendi hesabına yazıyordu. Böyle daha çok kırarlardı onu.
"Şaka yapıyorum o kadar da soğuk değildi hem. Kahve yap da ısınalım." Dedim ellerimi tekrar avuçlarından kurtarırken. Gülerek "Hadiii!" diye bağırdım. "Tamam bücür yapıyorum sen de iki çatal kap da yiyelim şu pastayı." Dedi su ısıtıcısına suyu koyarken. Pastayı tabii ki kesmeyecektik. Kutuyu poşetten çıkarıp masaya koyduğumda yine o utanç verici an aklımda canlanmıştı. Yanaklarıma tekrar ateş basmaması için düşünmeyi bırakmalıydım. Hırkasını vermeyi teklif ettiğini sanmıştım. Ah çok utanç verici. Çatalları da getirdiğimde ısıtıcının sesi beni gerçeğe döndürdü. Gökalp kahveleri demliyordu. "Anlatmayacak mısın Gökalp?" Dedim. Birden ciddileşmiştim. O kız onu fazlaca üzüyordu. Bunu istemiyordum. İçine atıp susmamalıydı.
"Sadece pasta yesek olmaz mı?" dedi masum bir çocuk edasıyla. Bu defa şirinliğine kanmayacaktim.
"Dökül Gökalp!"