Gökalp'ten
Derin bir nefes verdim. Onun gözlerine bakmamak için her yere bakıyordum. Ahşap mutfak dolaplarına, tezgahın üstünden görünen odada dağılmış koltuklara, yerdeki halının geleneksel desenlerinde gezdirdim gözlerimi. Çünkü bakarsam anlardı. Gözlerimden her şeyi okur gibi bir hali vardı.
"Dökül Gökalp!" sesindeki ciddiyeti sezmiştim. Bu sefer kaçamayacaktım. Biliyorum kaçarsam onunla konuşurdu. Ondan hesap sormaya kalkardı. İstemiyorum ki ben. Seviyorum onu ne yaparsa yapsın. Canımı ne kadar acıtırsa acıtsın. Yeter ki kendine zarar vermesin. Ağzımı açıp anlatmaya başlıyordum ki pencereden gelen tıkırtılarla ayağa fırladım. "Benim odamdan geliyor?" dedim sorarcasına. Gökçe eliyle açık kahve saçlarının yüzüne gelen tutamlarını bir daha gelmemek üzere kulağının arkasına sıkıştırdı ve ayaklandı. Saçları yeniden yüzüne döküldü. "Evet. Bizimkiler olmalı. Ben gitsem iyi olur. Beni çağırmak için vuruyorlardır. Hiç bakma şimdi." dedi yanağıma dudaklarını değdirdi ve ufak bir öpücük bırakıp koşarak kapıya yöneldi. Kapının çarpma sesini duyduğumda pastadan bir çatal daha alıp odama geçtim. Bedenimi çoktan dağılmış, lacivert bir nevresim geçirdiğim yatağıma bıraktım.
Ucuz atlatmış, anlatmaktan kurtulmuştum. Bu konuyu tekrar açacağına emindim. Ama şimdilik kapanmıştı.
Gökçenin odasından bir takım gürültüler duyuluyordu. Hafifçe doğruldum ve perdeyi araladım. Perde kapalıydı. Ara sıra böyle yüksek tartışma sesleri duyardım evlerinde. Gökçe beni geçiştirirdi. Ders çalışması için baskı yaptıklarını, bazense yaşlı babaannesi daha rahat duysun diye yüksek sesle konuştuklarını söylerdi. Sesler kesildi.
Gökçe'den
Canım yanıyordu. Bedenimde de ruhumda da giderek büyüyen yaralar açılıyordu. Biri annem tarafından diğeriyse Gökalp. Bileğimi ovuşturdum. Gökalp'in önce sıkıca tutup sonra bunun farkına vardığında iyileştirmek istercesine sıcacık dudaklarını bastırdığı bileğimi. Mosmor olmuştu. Anne dediğim kadının beni bileğimden yakalayıp sürüklemesi üzerine morarmıştı.
İlk kez görünür bir yerimde belirgin bir iz oluşturmuştu. Normalde babamın görebileceği hiç bir yerime dokunmazdı. En hafif yaramdan elimi çektim ve yanaklarıma değdirdim. Islanmıştı. Ağladığımı farketmiyordum. Ama ağlıyordum işte. Kendimi yüzüstü yatağa bıraktım. Sırtım yanıyordu. Annem sırtıma yaralar açardı elindeki kemerle. Genelde yüzüstü uyurdum bu yüzden. Daha fazla acımasın diye. Babam bilse diyorum bazen. Korurdu beni, kollardı. Ama o kadın beni babaanneme de zarar vermekle tehdit ediyordu. Susuyordum.
Onun sözünü çiğneyip Gökalp'e gittiğim için vurmuştu bu kez. Gerçi gitmesem de vururdu. Mutsuzluğunu benden çıkarırdı o. Ama onun bana ihtiyacı varken ben öylece duramazdım. Gökalp hassastı. Mahvolurdu. Bunu öğrenmemesi için elimden geleni yapıyordum. Bana ne zaman ihtiyaç duysa orda olacağım.
~
Alarmın rahatsız edici sesini duyduğumda elim benden komut beklemeden saate uzanmıştı bile. Alarmı kapatıp perdeyi açtım. Sabah güneşi gözlerimi kamaştırıyor, tenimi hafif sıcaklığıyla ısıtıyordu. Sırtım hâlâ sızlıyordu. Yüzümü buruşturdum. Bugün okul zor geçecekti anlaşılan. Komodinin yanında duran çubukla Gökalp'in camına birkaç kez vurdum. Perdeleri henüz kapalıydı. Uykucu. Lacivert perdeler açıldığında onun uykulu suratını gördüm. Elimle kalkmasına, okula geç kalacağımıza dair işaretler yapıyordum. Dudaklarını ufak bir çocuk gibi büzerek eliyle beş parmağını gösterdi. Beş dakika daha! Gülümseyerek pencereden uzaklaştım. Ne yaparsa yapsın tatlı olmayı başarıyordu.
Odamdan çıkıp banyoya girdim. O kadınla karşılaşmak istemiyordum. Kendime çeki düzen verdikten sonra hazırlandım ve Gökalp'e mesaj attım."Çıkıyorum ben seni kapıda bekleyeceğim." Telefonu elimde sallarken gelen bildirimle onun da hazır olduğu onayını aldım. Mutfakta kahvaltı eden babama kapıdan "Baba çıkıyorum ben." diye seslenip bir öpücük attım. Kapıdan çıkarken "Güle güle güzel kızım" dediğini duydum. Ah canım adam. O olmasa dayanır mıydım bu kadına. Onun gözünden sakındığı güzel kızı biraz acı çekiyordu sadece. Katlanabilirdim. Babam için dayanabilirdim.
Gökalp'in apartmanın önündeki merdivenlere oturmuş gelmesini bekliyordum. Gökalp'le çocukluğumuzdan beri burda otururduk. Ta o zamanlardan aşıktım ona. Kahverengi gözlerine, o masum, saf, içime işleyen gülüşüne, çocuksu tavırlarına... Odalarımızın pencereleri birbirine bakar, çoğu gece o pencere önlerinde sabahlardık. Bu onun çektiği ilk aşk acısı değildi. Ama en gerçeği, en güçlü acısıydı. Bense zaten onun başkalarına duyduğu aşklarını, anılarını, acılarını dinleyerek büyüdüm. Ama bu en fenasıydı. Gözlerimin önünde acı çekiyordu. Omzumda sarsılarak ağlıyordu. Mahvoluyordu, mahvoluyordum.
Gökalp kapıyı aniden açtığında kapıya yaslandığım için bende kapının açılmasıyla boylu boyunca yere uzandım. Yaraları henüz taze olan sırtım yerle buluşunca gözlerim doldu. Bana yukarıdan bakan Gökalp'i görüyordum. Ama bulanık görüyordum. "Bücür şu kapıya yaslanmaman gerektiğini ne zaman öğreneceksin? " diye sordu beni omuzlarından tutmuş kaldırırken. Acı bir inleme kaçtı dudaklarımdan. "Canını mı yaktım?" diye sordu endişeyle. "Hayır, hayır iyiyim. Biraz sert çarptım sadece. Hadi geç kalacağız gidelim." Dedim.
Caddeye çıktığımızda Gökalp "Gökçe ben kahvaltı edemedim şu pastaneden iki simit alalım." diyerek beni dün rezil olduğum pastaneye çekiştirdi. Ah olamaz. Bu hiç adil değil. Utancımı henüz atlatamamıştım ki ben. Koluna yapıştım. "Ha-hayır, yok. Almayalım ya ne gerek var okuldan alırız bak geç kalacağız! " diye çekiştirmeye başladım. "Ya Bücür bak daha saat erken. Çok acıktım valla bak." Bu defa o beni pastanenin içine çekiştirdiğinde üstümü düzelttim ve tepkisiz kalmaya çalıştım. Sadece simit alıp çıkacaktık beni hatırlayıp dalga geçmesi olanaksızdı değil mi?
Kasaya baktığımda orta yaşlı bir adamı görünce derin bir nefes verdim. Ah, yoktu bile. İçim rahatlamıştı. Gökalp simitleri alırken ben raftaki pastaları inceliyordum. "Bu sefer montunu giymişsin. Artık hırkamda gözün yoktur herhalde?" duyduğum sesle bakışlarımı kaldırdım. Nereden çıkmıştı bu. Az önce yoktu. Daha kötüsü beni hatırlamıştı, üstüne dalga geçiyordu. "İstememiştim ki ben zaten." diye kem küm ettiğimde gülerek Gökalp'e simitleri uzattı. Kızaran yüzümü umursamadan dışarı çıktım. Okula gitmek üzere otobüse bindik. Kafamı Gökalp'in omzuna yasladım ve gözlerim kapanırken onun kokusunu duyacak kadar yakın olabildiğim için şükrettim.