15 hepimiz aynı berbat çukurun içindeyiz

448 100 51
                                    

"hastaneye çağırıyorlar, bu gece nöbete kalabilirim." annesi akşama yakın hava kararmadan bir telefon almış apar topar hazırlanmaya başlamıştı. "tanıştığıma tekrar çok sevindim changbin! geç saate kalma, ailen merak etmesin. tamam mı?"

evin üst katına tırmanan merdivenlerin orta yerinde dururken anneye gülümseyerek el sallamıştı. "tabii ki, aklınız burada kalmasın. iyi nöbetler!"

annesi gitmeden önce kapıya yaslanmış oğlunu yanağından çekip öpmüştü, "görüşürüz küçük bebeğim." annesi merdivenlerden inerek hastane yoluna koyulurken arkasından el salladılar.

kapıyı arkasından kapatıp peşinde changbin ile televizyon odasına yürümüştü felix. kumandada düğmelere basıp televizyonu açtıktan sonra koltuğa kendini bıraktı, diğeri de ona en yakın bir başka koltuğa oturdu. en son açık olan ana haber kanalı çalmaya başladı. içeriyi sadece televizyon ışığı ve pencereden içeri giren gökyüzünün aydınlığı ışıtıyordu, zoraki loş sayılabilirdi. haberler ikisinin de umrunda değildi, sadece sessizliği önlemek içindi ve ilgileniyormuş gibi yapıyorlardı.

dört haber geçtikten sonra aklında cümleleri toparlamış olan changbin içinden üçe kadar saydı ve kumandayı alıp televizyonun sesini kıstı ama kapatmadı. "bak ne diyeceğim." diye bir laf attı ortaya. çaprazındaki yüze dönüp baktı, "sarılan insanlar birbirlerinin içindeki boşluğu doldururlar yani fiziksel olarak sağ göğsümüzdeki boşluğu."

kısık sesle hala çalmaya devan eden televizyondan başını kaldırmış karşısındakini merakla dinliyordu, onu dinlemek daha rahatlatıcı diye düşünüyordu. "mesela senin kalbin benim sağ yanımı doldururken benim kalbim de senin sağ yanını doldurur, daha önce bunu fark etmiş miydin?"

söylediklerini aklında tartıp yumuşak sesiyle, "hayır." diye yanıtlayarak başını sağa sola yavaşça sallamıştı.

"insanlar birbirlerine sarıldıklarında onları mutlu eden budur, içlerinde hep var olan boşlukta birilerinin kalp atışlarının yankılanması."

tamamiyle ona dönüp birbirlerini karşılıklı hale getirdiğinde changbin devam etti. "neden denemiyorsun? belki iyi gelecek sana," oturduğu yerde sol tarafı patpatlayarak hafif gülümsedi. "belki de ben iyi gelirim sana."

artık düşünmesini gerektirecek bir şey kalmamıştı, sadece yapacaktı. "izin vereceğimi söyledim. denemeliyim, değil mi?" karşısındaki başını yavaşça sallayıp onu onaylamıştı.

felix yerinden kalktı, yanına oturdu ama öylece durdu. yerinden fırlayacakmış gibi atan kalbinin gürültüsünü onun bile duyabileceğini düşündü. içinde birbiri üstüne yığılmış tonla sözcük ağzından çıkıp serbest kalmayı bekliyordu ama onları yönetemiyordu, sonunda kendini arkaya bırakarak sıcacık bedene yaslandı. kollarını beline doladı. sonra dediği gibi olmadığını fark etti ve ağzından ufak bir kıkırtı kaçırdı. "aslında anlattığın gibi olamadık gibi, sanki, sanırım." konuşurken gözleri duvarda, tavanda, halıda, yerde daha doğrusu her yerde geziniyordu.

"haklısın," onu rahatsız etmemek için kontrollü gülüyordu changbin. "birazcık öyle olmuş ama şimdilik bu yeter de artar, değil mi?"

felix bir şey demeden gülerek başını sallamıştı sadece. o başını sallarken üstüne sürtünüp dağılan saçların arasından şampuanının kokusu yükseldi burnuna, kiraz çiçeği. ciğerlerine doldurdu kesik kesik nefesi ile.

felix kollarını sıkı sıkıya onun bedenine sarıp ellerini kavuşturmuş, başını yasladığı yerde tam kulağının altına denk gelen kalbin hızlı ritmini dinliyordu. onunkinin de bir farkı yoktu.

"çok saçma." karnının üzerinde duran eli onun formasının üzerinde hissedemeyeceği ve görülemeyecek daireler çiziyordu. "düşüncelerin, söylediklerin, kelimeleri yan yana getirişin kendimi sana yakın hissetmemi sağlıyor." işaret parmağının ucuyla dairelerin içini boyamaya başladı, görülemeyen boyalarla. "halbuki senin varlığından habersizdim. öyle de yaşayıp gidecektim, bir yerden çıkıverdin bir anda." elini yumruk yapıp karnının üstüne bıraktı. "dünyadan içime biriken siyahı hissederken." onun böyle konuşmasına şaşıran changbin bir yandan da seviniyordu, iyiye işaretti. boştaki elini kokulu saçlarına daldırıp taradı bir süre yavaş yavaş.

ay gökyüzünde yerini almış, hava kararmıştı. televizyonun köşesinden saati kontrol ettiğinde neredeyse yarım saatin geçtiğini fark etmişti. eninde sonunda gitmesi gerektiği aklına geldiğinde sarıldığı bedenin sıcaklığından uykusunun bastırdığı sesiyle, "böyle kalabilir miyim?" diyerek biraz daha zaman istedi. yerinden kıpırdanıp bacaklarını kendine çekerek onun sol bacağı üzerine bıraktı. beline daha sıkı sarılıp sıcacık göğsüne biraz daha sokulup küçücük oldu. "biraz daha."

gözlerini kapattığında sorusuna cevap aldı. "kalabiliriz."

ikisi için de saniyeler yıllar gibi hissettiriyordu ama sadece saatler tükendiğinde saniyeler olmuş gibi hissettirecekti.

"biliyor musun? hepimiz aynı berbat çukurun içindeyiz, neredeyse herkes siyah burada." biraz eğilerek minicik görünen çocuğun yüzüne yaklaştı. gözlerini yanaklarından çekmedi, artık kızarmış olan yanaklarından. göz kapaklarının titrediğini fark ettiğinde saçlarının kokusuna bulanmış elini indirip yavaşça yüzünün sol tarafına örttü. yıldızları söndüren ince fondöteni yavaş yavaş sildi. sadece onlar parlasın diye güneşi söndürmeyi dilediği yıldızlar, işte oradaydılar. sonra gözlerininin üzerinde parmak uçlarını gezdirip kirpiklerini sevip okşadı dakikalarca. tebessüm etti. "ama çok azımız yıldızlara bakıyor."

700 kelimede sarılmanın çok özel bir şey olduğunu kalbinizde tepinip konfetiler patlatarak göstermeye çalıştım 😫 yüzde bir şarjımla atıyorum ve şimdi pRİZE KOŞIYEUM

bir kavanoz dolusu yıldız, changlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin