2

23 4 48
                                    

"Blake nerede?"

Siyahi adam, bir kaplanı andıran gözleriyle etrafı süzüyordu. Zihnindeki karmaşık düşüncelerinin yanında ona sonsuzluk gibi gelen uykusuzlukla savaşıyordu. Gözlerini doğru düzgün kapatmayalı 3 gün olmuştu. Dosyaları gözden geçirirken 12. kahvesini yudumladı. Neredeyse her satırını ezberlemişti, sadece onu anlamak istiyordu. Amacı neydi? Neden genç insanları değildi? Yaşlıları öldürmesinin amacı onları yük olarak görmesi miydi?

Yıllardır kendiyle ilgili birkaç bilgiye sahiplerken şimdi ellerinde bir mektup vardı, ismini belirtmek istemeyen biri yollamıştı. O Şövalye'ydi, kendine böyle diyordu, onlar da ona öyle hitap etmişlerdi. Bilinen 58 cinayeti vardı, tekrar tekrar aklından geçirdi;
'Kurbanların  hepsi yaşlı insanlar'
'Keskin bir nesneyle baş gövdesinden ayrılmış, tecavüze veya darpa dair herhangi bir iz yok.'
'58 cinayetten fazlası olmalı.'
'Cinayet silahı belki bir kılıç olabilir.'
'Tek kişi olduklarını nereden biliyoruz, belki bir gruplardır."
'Şövalye'nin yüzünü kimse görmemiş belki bir maske takıyor-'

"John, geciktiğim için özür dilerim."
Blake'in sesini duymasıyla yarım gözlerini ona çevirdi;

"Yine. Yine, yine ve yine. Bu huyundan ne zaman vazgeçeceksin Blake?"

Uzun sarı saçlı adam gözlerini devirdi. John'un masasının önündeki sandalyeyi çekip oturdu."Neyse, önemli bir gelişme var mı?"

John dosyaları iki elinin arasına alıp bir kenara koydu. "Sabah bir mektup geldi, o yazmış; yani onun yazdığını düşünüyoruz. Burada bir kopyası var."Elindeki a4 büyüklüğündeki kağıdı uzattı, birkaç farklı el yazısıyla yazılmıştı, yeşil renginde, kareli bir defterden koparılmıştı.

"Laboratuardaki sonuçlar çıktı mı?"

John dudaklarını birbirine bastırdı."Hayır."
Blake kağıdı elinden narnce çekti. İlk önce kağıdı biraz inceledi ve sesli bir şekilde okumaya başladı;

"15 haziran 1948

Uçurumdan aşağı yuvarlanıyorlar, canları yanıyor, deli gibi bağırıyorlar. Kanatları eziliyor, yırtılıyor, onlara yardım edemem. Edemem. Edemem. Hepsi denize düştü, ölü bedenleri suda yüzüyor. Sonsuzluğa doğru, arkalarından bağırdım;

"Lütfen, lütfen beni affedin. Sizi kurtaramazdım, olmazdı."

Bazen hala prensesimi rüyamda görüyorum, korkuyorum. Ya cadılar yine ona birşey yaparsa? Az kaldı, bunu hissediyorum. Fakat onlar bedenimi gün geçtikçe ele geçiriyorlar, güçsüzleşiyorum. Annem bana çok kızıyor, geceleri dayak yiyorum.

"Güçsüzsün, aptal bir çocuksun, çaresizsin. Ağlıyorsun, yarın yine ağlayacaksın, ve öteki gün yine. "

Yine ağlıyorum, ve o yine haklı. Kalbime bir hançer saplanmış gibi, çıkaramıyorum. Canım hala yanıyor, kendimi bir kırda hayal etmeye çalışıyorum, fakat tek başımayım. Her zamanki gibi. Alıştığım yer artık buraya çok uzak. Geri dönemem."

Kağıdı masaya bıraktı, John ona biraz daha bilgi veriyordu."Günlükten alınmış, prenses dediği her kimse tehlikede olabilir. Cadılar ise... Belki yaşlıları cadı olarak tanımlamak istemiştir."

Blake uzun parkmaklarını saçlarına geçirdi."Ya da gerçekten öyle görüyordur." Ardından ekledi; "Mektup bir psikoloğa gönderildi mi? Kişiliği hakkında bilgiye sahip olmamız gerek."

John kağıda göz gezdirdi ve birkaç kısmını kırmızı tükenmez kalemle işaretledi."Farklı stiller kullanmış, tam birşey söyleyemem. Zeki birine benziyor. Ayrıca tükenmez kalemle yazmış."

'1789, Şövalye'nin yerini bulduk;*** , tamam.'

İkisi de telsizden gelen sesle birbirine bakmıştı. Neydi bu şimdi? Sabah gelen mektup, yerinin bulunması, adam onlarla oyun mu oynuyordu?
Birkaç saniye sonra Şerif Martinez'in çatallı sesi yankılandı;

"Tüm ekiplerin dikkatine, Şövalye vakası! Beni takip edin. ***."

(***; adres.)

John kafası karışık bir şekilde kendini departmandan dışarı attı. Blake her zamanki gibi onun yanındaki koltuğa oturdu, içinde yıllardır birikmiş olan
öfke ve hırsla arabayı sürüyordu. Sonunda bu işkencenin son bulmuş olmasını diledi. Güneş gözlerini alıyordu fakat bu sefer umrunda dahi olmamıştı.

Bulunduğu yer, polis departmanına 6-7 saat uzaklıkta bir çiftlik eviydi. Daha hızlı varmış olmalarına rağmen vakit çok yavaş geçmişti. Blake ile tek kelime dahi konuşmamışlardı, John'un katili ne kadar çok bulmak istediğini biliyordu. Vardıklarında saat öğleden sonra 4 sularındaydı. Bir ev vardı, çevresin 10 kilometre kadar bir tarla vardı, 5 korkuluk yerleştirilmişti. Tarlayla uzun zamandır ilgilenilmediği belliydi.

Ev ise 2 katlıydı, bahçesinde bir kaydırak, salıncak ve bir tahtırevalli vardı. Onun yanı sıra boş tavuk kümesi ve yıkılmak üzere olan ahşap masa ve sandalyeler duruyordu.

Evin dışı turuncu taşlarla bezenmişti, ahşap bir kapısı vardı. Çatısında yine turuncu kiremitler vardı. Evin etrafınfaki toprak oldukça kuraktı, hiç çim veya ağaç  o civarlarda 3-4 ev  daha vardı fakat hepsi terk edilmişti ve turuncu eve uzaktı. Evlerin yakınında bir köy bulunuyordu.

Şerif Martinez silahını belinden çıkardı."Herkes evlere dağılsın, acele edin!"

John civardaki evlerden birine girdi, yanında birkaç kişi daha vardı. Ev bomboştu, hiçbir eşya yoktu. Tadilat yapılmamasından dolayı rutubet yapmıştı ve duvardaki boyalar dökülüyordu. Tek katlıydı,  ufacık bir evdi. Evde hiçbir şey olmadığını anladığında hayal kırıklığına uğradı ve dışarı çıktı, olay yeri inceleme 2 evi inceliyordu, işi biten polisler çevrede yakınlardaki köylüleri ve gazetecileri uzaklaştırmak için orada duruyordu.

Son evi de boşaltmışlardı, sadece turuncu ev kalmıştı. John turuncu evden çıkan Blake'in ona işaret yapması üzerine oraya doğru koştu. Nefes nefese kalmıştı. Blake onun biraz soluklanmasına izin verdi ve evin tahta kapısını açtı. "John, burası onun evi olmalı.

Aslında daha uzun tutacaktım ama heyecanlı yerde kesip şerefsizlik yapmak kolayıma geldi.

peri masalıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin