'Ceylin, olmuyor. Yapamıyorum. Ayrılalım.'
Müziğin arasından sesini duyamıyordum, ama dudaklarından ayrılık sözcükleri okunuyordu.
'Hadi ama, olduğundan fazla zorlaştırıyorsun işi. Sende sıkılmıştın zaten bu ilişkiden. Eskisi gibi değiliz. Bunu sende fark ediyorsun.'
Müzik artık sakinleştirmek için işe yaramıyordu. Kapattım sesini.
'Tamam.'
'Nasıl yani?'
'Tamam, istediğin olsun.'
'Bak şimdi "tamam, caner" diyipte iki gün sonra barışmak için mesajlar atmayasın.'
'Tamam Caner, gidebilirsin.'
'Gidiyorum..'
'Git.'
Ve sonra gitti. Hayatımdan öylece çıkıp gitti. O gün ondan duyduğum son söz 'tamam aşkım, bitirdim onunla işimi. Seni almaya geliyorum sevgilim' oldu. Insan eski sevgiliyle ilişkiyi bitirip, yeni kaşarla buluşmak için pilanlar yapmak arasında bir nefes alırdı. Bir küçük nefes.
Hesabıda bana kakalamıştı zaten. Üzülmüyordum ayrılmamıza. Hele ardından bir saniye bile geçmeden başkasınla buluşmasına hic üzülmüyordum. Ona tek katlanacak kişi bendim zaten. Üç günden uzun sürmezdi onların ilişkisi. Sürseydi bile ben göremezdim. Üç gün sonra zaten morukta olacaktım. Sorun yoktu yani. Belki iyi bile olmuştu. Son günlerimi mızıkçı, odun, dengesiz, karaktersiz, fırsatçı biriyle geçirmek istemiyordum.
Hesabı ödeyip çıktım kafeden. Insan hayatının son üç gününde ne yapardı ki? Önceden listeler yapardım 'ölmeden önceki yapmam gereken şeyler' diye. Ama şimdi ise herşey çok anlamsız geliyordu. Neden ölmeden önce odamı baştan aşağa yenilemek isteyim ki? Öldükten sonra kesin abim geçerdi odama. Ya da ölmeden önce o çok lüks olan restorantda yemek yiyeyim ki? Sonuçta ölünce tadı damakta kalmıyor. Ve ya listemin başını çeken nokta: bir ünlü ile buluşmak. Öldükten sonra 'Ah, sen Kıvanç Tatlıtuğ ile konuştun, seni VIP mezarımıza alıyoruz. Burada daha az acı çekiyorsunuz', diyip, kıyak yapacak halleri yok ya meleklerin. Yeni bir liste üretmeliydim, ama o kadar zamanım yoktu.
Yani odamda oturup çürüyene kadar beklemekte bir seçenekti. En azından abimin benim odama yerleşmesini az da olsa erteleyebilirdi. Hayır, her nekadar abimin yakasında olmak istesemde, bu seçenek cazip gelmiyordu.
Sonra bir damla süzüldü yanağımdan aşaga. Ilk önce ağladığımı düşünsemde, daha sonra sıklaşan damlalar ile yağmurun başladığını hissettim. Birden yağmur hızlanınca, tepeden aşağa ıslandım. Son günlerimi hasta yatakta geçirecektim, bu belliydi.
Iyiki kafe evin yakınlarındaydı. Beş dakika sonra evde olurdum. Ama şuan olmak istediğim son yer evimdi. Doktor, söylememesini istediğim halde, kesin annem'e haberi uçurmuştu. Telefonuma baktığımda 9 cevapsız arama gördüm. Hepside annemden. Iki dakika önce beni terkeden sevgilimden olacak değildi ya. Telefonu tekrar cebime koydum ve en eskiden favorim olan parka yürüdüm. Az zaman geçirmemiştim burada. Az anılarım yoktu. Caner hoşlandığını ilk burada söylemişti. Çıkma teklifinide burada etmişti.
Bank'a oturdum ve gözlerimi kapadım. Donuma kadar ıslanmıştım ama bu hissi tatmadan ölemezdim. Hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçiyordu. Ağlıyordum. Ölmekten korkmuyordum ama.. Ama ne için ağlıyordum ben peki? Yaşayamadığım hevesler içinmi ağlıyordum? Hayır. Arkamda bırakacaklarım içinmi? Hayır buda değildi. Beni terk eden sevgilim içinmi ağlıyordum? Buna ihtimal bile vermiyordum. Belki ağlıyacak, üzülecek hiçbirşeyim olmadığı için ağlıyordum. Herşeyin çok kolay ilerlediği içi, arkamda kimseyi bırakmadığım için ağlıyordum. Kapanacak hesabım, tadacak hislerim kalmadığı için ağlıyordum. Ben umutsuz bir vakaydım. Çoktan ölümü kabullenmiştim.
Yağmur rahatlatıyordu. Duygularım yağmur damlalarına karışıp, akıp gidiyordu.
Avucumun içinde hissettiğim bir kıpırdama ile gözlerimi araladım. Orada küçük mor bir yaratık duruyordu. Kanatlarınla çırpıyordu. Sanki bir şey anlatmak istiyordu. Sanki uçup gitmek istiyordu ama gidemiyordu. Hafifçe parmak uçlarımla kanatlarını okşadığımda, kanatlarının ıslak olduğunu fark ettim. Tabi ya, bu yüzden uçamıyordu. Onu eve götürüp kurulamayı düşünüyordum.
Sonra mor yaratığın kanatları çırpmayı bıraktı. Yorulmuş olmalıydı. Incelemek için biraz daha yakınıma getirdiğimde öylece avucumun içinde yatıyordu. Hiç kıpırdamıyordu. Bu normalmiydi?
Orada öylece oturuyordum. Bir kıpırdama bekliyordum, bir hareket, bir yaşam belirtisi.
Orada tam 3 saat beklemiştim. Küçük mor yaratıktan tam 3 saat bir hareket beklemiştim, ama boştu. O artık kıpırdamıyordu.
O son çırpınışlarını 3 saat önce vermis, ölü bir kelebekti. Hayatta kalmak için çabalamış ama ölüme yenilmiş küçük bir kelebek.
