Hiss etmek.
Otobüste oturmuş, akıp giden yolu seyr ederek düşüncelere dalmıştım. Az önce ne yaşadım ben? Yani duyduklarım. Pek anlamlı gelmiyordu. Ama içimde şüpheler uyandırmıştı. Kırmızı gözlü genç. Şeytan beni seçmiş. Ah nasılda komik bir hikaye. Ama en çok içimi yiyip bitiren kadının benim gözlerimin parlak olduğunu anlamsıydı. Nasıl anlamıştı? Gözlerim normal değildi. Kabul ediyorum. Beni her kesten farklı kılanda buydu. Gözlerimin parlak ve kızılı olması. Annemden mi babamdan mı kaynaklı bilemiyordum. Belki de lenslerim kaymıştı. Kadında bunu fark etmişti. Lensleri değişmem lazım. Daha koyu renk kullanmalıyım. Boş şeylerle kafamı yormamam gerek.
Mi Cha benden önce inmiş, çalıştığı kafeye gitmişti. Ne kadar sorsada ona kadının söylediklerini anlatmamıştım. Gerçi gözleriminde böyle olduğunu söylememiştim. Nedenini bilmiyorum. Belki de her kes gibi o da bana canavar gözüyle bakar diye korktuğumdan söyleyememiştim. Süt annem biliyordu. Ve ben küçükken bunun için ağladığımda başımı dizlerine koyar, saçlarımı okşayarak bana beni anlatırdı. Göz yaşlarım anında dururdu. Çünkü o kadar güzel avutuyordu ki beni. İster istemez konuştuğunda ağlmayı kesip gülümserdim. Bana her zaman şöyle söylerdi. 'Sen şeytan değil meleksin. Gözlerin melek gözü gibi güzel ve parlak. Bunun için asla üzülüp ağlama. Sen insanlardan farklı ve özelsin. Bunu unutma. Ben hissediyorum. Sen dünya için büyük bir şanssın. Seni çok seviyorum kızım.'
Biyolojik annem değildi ama benim annemdi. Kendi annem gibiydi. Onu kayb ettiğimde çok yalnızdım. Beni avutan insan ya da melek beni bırakıp gitmişti. Onu özlüyordum. Ama yapacak bir şey yoktu. O her zaman kalbimdeydi. Öylede kalacaktı.
Yanağımdan süzülen bir damla gözyaşını parmağımla silip oturduğum yerden kalktım. Otobüsten inip hızla çalıştığm bankaya doğru ilerledim. Tam zamanında varmıştım.
İçeri girip masama yaklaştım. Atkımı ve üstümdeki deri ceketi çıkardım. Umarım bu gün güzel geçerdi. Sabah abuk subuk şeylerle kafamı yormuştum zaten.Yoğun mesai beni yorarken arkama yaslanmış gözümdeki gözlüğü çıkarmıştım. Fiziksel yorgun değildim. Beynim yorgundu. Konuşmaktan çenem ağrıyordu. İnsanları ikna etmek, onlarla konuşmak çok yorucu. Farklı insanlarla konuşuyordum. Bazısı sapık, bazısı manyak, bazısı huysuz ve sabırsızdı. Onlarla anlaşmak pekte kolay değildi. İleri gidenler, küfür edenler ve hatta el kaldıranlarda karşıma çıkıyordu. Gözlerimi açıp karşımdaki cam kapıdan dışarı baktım. Yağmur yağıyordu. Öğlen olmasına rağmen hava tutkundu. Kara bulutlar gökyüzünü kaplamıştı. Yoldan geçen arabalara bakmıştım. Islak yolda hızla ilerliyor, yerdeki suyu kaldırıma sıçratıyordu. Aniden gözüm karşı tarafta büyük ağacın altında simsiyah giymiş, kafasındaki kapşönü gözlerine kadar çekip öylece yağmurun altında duran birine takıldı. Her kes yağmurda koşuştururken o sadece kafasını yere eğmiş öylece duruyordu. Gözlüğümü kafama takıp ona bakmaya devam ettim. Neden öylece kıpırdamadan duruyor orada? Birazda dikkatle baktığımda aniden kafasını kaldırdı ve benimle göz göze geldi. Dilim tutulmuş gibi öylece bakmıştım. İrkilip arkama yaslanmıştım. Gördüğüm şey titrememe sebep olmuştu. Gözleri...
Kırmızıydı. Kırmızı gözlerle bana bakmıştı. Parlıyordu gözleri. Aynı benimki gibi. Ama onun gözleri kırmızıydı. Aynı o kadının evinde gördüğüm gibi. Karttada aynı şekilde. Aynı gözlerdi. Gözlerimi kapatıp derin nefes almıştım. Az önce gördüğüm gerçekmiydi? Olamazdı dimi? Hayal görmüşümdür. Kadının dedikleri bana etkide yapa bilirdi. Yani gerçek olamazdı."Hanımefendi pardon. Hanımefendi? Beni duyuyormusunuz?"
Bir erkek sesiyle gözlerimi açmış ayağa kalkarak bana şaşkınca bakan adama bakmıştım. Nasıl dalmıştımsa hiç bir şey duymamıştım. Mahçup gözlerle adama bakmış telaşla konuşmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
《EVİL》
FanfictionBenim sahem özellikle o ya da bu değildi. Ama şeytanla el sıkışmaya dayanıyordu. Şeytan bana pençesinde yardım etti. Düşman benim arkamdaydı... •Seni istiyor... •Seni seçti... •Çok geç... •O gelmeden saklan... •Senin için gelicek... •Lanet olsun...