-Ne demek o? Ben nerede yatacağım?
-Sizin yatağınızı Yıldız'ın odasına götürdük.
-Bana bak, bu altı odalı çift dairede benim bir odam olamıyor mu?
-Ne bileyim ben.
-Kitaplarım, tezgahım, aletlerim?
-Onları hanımefendi aşağıya, bodruma yolladı.
-Bana bak Fatma, ben bu Zümrüt apartmanında eşek başı mıyım?
-Ne olduğunuzu ben ne bileyim!
Recai bey kızmamaya çalışır, her şeyi olduğu gibi kabul ederdi. Fakat o akşam rengi önce sararmış, sonra kızarmıştı!
Torununun odasına doğru yürüdü. Kapalı kapının arkasından müzik geliyordu. Kapıyı açıp baktı. Yıldız pencerenin önünde oturuyordu. Radyosunu açmıştı. Dedesini görünce;
-Hoş geldin dedeciğim, dedi.
Recai bey;
-Hoş gelmedin Yıldız, dedi. Şu hale bak. Benim karyolamı buraya taşımışlar. İşte komidinim, sigara tablam, bir de sürahim. Senin anlayacağın, benim odam, kitaplarım, tezgaım ortadan kalkmış.
Karyolaya oturmuştu. Sigarasını yakarken elleri titriyordu. Yıldız;
-Benim de canım sıkıldı dede, dedi. Seninle bir odayı paylaşmayı çok isterdim. Ama sen rahatsız olursun.
Recai bey;
-Şu hale bak Yıldız, dedi. Kalabalık olduk diye aradaki duvarı kaldırtarak salonla birleştirelim. Altı oda var. Biri Sabire hanımefendinin yatak odası. Birisi kerimemiz Calibe hanımın odası, biri oğlumuz Bedri nin yatak odası. Biri hizmetçinin yatak odası, öteki torunum Yıldız ın yatak odası. Etti beş, altıncısı misafirin yatak odası. Recai efendi ye bu apartmanda barınacak bir köşe yok.
Yıldız telaşla;
-Kendini üzme dede, dedi. Düzeltiriz.
Recai bey;
-Kafalar düzelmeyince bu iş düzelmez kızım, dedi. Önce kafaları düzeltmek lazım. Eve geliyorum. İçim bayılıyor, yiyecek arıyorum, bu on iki daireli apartmanın sahibi Recai beye peynir ekmekle zeytinden başka birşey yok. Piyazın üstüne iki yumurta haşlanmış, onlara dokunulmaz. Çünkü damat bey için hazırlanmış.
Bu sırada bağırtılara Fatma gelmişti. Elinde bir tabakla bir çatal, bir dilimde ekmek vardı.
-Bedri bey çok beğenmişti ciğer tavasını. Bana saklamamı tembih etti. Siz yiyin, ben yarın tazesini yaparım.
Recai bey;
-Lüzumu yok, dedi. Sen git bana Halimi çağır, Halimi.
-Ocakta yemek var...
-Sana git halimi çapır dedim.
-Yemek yanacak...
Yıldız avazı çıktığı kadar;
-Kadın kulakların sağır mı? Dedemin dediğini yapsana.
Fatma kapıdan çıkarken;
-Ne oluyor akşam vakti, diye söyleniyordu.
Bu arada Perihan telaşla gelmişti;
-Fatma hanım bey babamı niye sinirlendiriyorsun, diye haykırdı.
-Hanımefendi evde yok diye senin de dilin mi bitti? dedi.
Recai bey torununun odasına getirilmiş ve karyolasına ayak ucuna asılmış olan bastonunu kaptı ve yürüdü;
-Allah'ın odunu, sen kime karşı geliyorsun bakayım. Şimdi seni eşek sudan gelinceye kadar döverim.
Fatma mutfaktan çıkıp kapıya gitti. Üst üste zile bastı. Dışarıdan da kapı vuruluyor, gürültüden zilin sesi duyulmuyor. Perihan kapıyı açtı. Sahire hanım kokular içince içeriye girdi;
-Ayol sağır mısınız? dedi. Bir saattir kapıda bekliyorum.
Recai bey;
-Ne cehennemdesin, dedi. Benim odama ne oldu, benim odama?
-Ayol aklını mı bozdun Recai, dedi. Ne üstüme varıyorsun.
-Bana bak Sahire, dedi. Bana bak Sahire. Ben senin ağzının kaşığı değilim. Ben bu evde Beyefendiyim, sağır kulağına kurşun akasıca. Ben bu evin Beyefendisiyim. Beni adımla çağıramazsın.
-Ne oldu bu adama , diye gelinine sordu. Kaçırdı mı?
Kapıcı çıkmıştı yukarıya. Yıldız;
-Halim efendi, dedi. Bodruma yollananları hemen yukarıya çıkart. Dedemin kitaplarını, tezgahını, gece lambasını, daha ne yolladılarsa. Anladın mı? Çabuk.
Sahire hanım;
-Sana ne oluyor zibidi, dedi. Bu evin hanımı benim. Ben deden gibi bunak değilim.
Bu anda bir tokat patladı. Sahire hanım etinden et kesilmiş gibi avazı çıktığı kadar bağırdı. Kocasının üstüne atılmaya kalktı, fakat ikinci bir tokat öteki yanağına indi. Yıldız araya girdi;
-Dede biraz da kendini düşün, dedi.
Fatma ile Perihan üst dudağı patlayan Sahire hanımı ite kaka odasına götürüyorlardı. Kadın;
-Karakola gideceğim, diye bağırıyordu. Sürüm sürüm süründüreceğim bu herifi. Kadına el kaldırmak ne demekmiş, ona gösteririm ben.
Olayın üstüne Calibe ile Bedri de gelmişlerdi. İkisi birden;
-Ne oluyor, ne bu rezalet! diye bağırdılar.
Recai bey onlara döndü, morararak bağırdı;
-Bundan sonra böyle, dedi. Rezaleti gösteririm ben sizlere. Başımın belaları. Ben bu evde neyim. Sizde hiç saygı yok. Başımı sokacak bir odam olmayacak mı benim?
Calibe;
-Ben sana söylemiştim anne, dedi. Ne oldu sana dudağın kanıyor.
Recai bey;
Ağzının payını verdim, dedi. Biraz daha konuş, senin de ağzının payını vereceğim. Çabuk ol, benim odamı hazırla!
Calibe;
-Baba olur, sen telaş etme, dedi. Hayri'nin yemeğini hazırlayayım, ben hepsini yaparım.
-Öyle, dedi. Evvela Hayri beyin yemeği hazırlanacak. Beyefendi terziye uğramış, mevsimlik bir kostüm ısmarlamış. Hangi terzi bu? Kayınbabanın terzisi Altınmakas Mustafa değil mi? Ismarla ısmarlaya bildiğin kadar.
Yıldız;
-Dede ayaklarını öpeyim, sen git salona, dedi. Ben hepsini yaptırırım.
Açık duran oda kapısından Sahire hanım sesi;
-Bir çöpe elini süremezsin, dedi. Ben hepinize yapacağımı bilirim, dedi.
Recai bey;
-Bana bak Sahire , dedi. Burası Yeniçeşmede Yumurtacı Sokağı değil! Buranın sahibi benim. Ya haddini bil, aklını başına toplayıp otur, ya da yıkıl git, baban bekçi Raşit efendinin evine. Senin borun öterse ancak orada öter.
Sahire hanım birden ince ince ağlamaya başladı. Perihan ve Bedri onun dudağından akan kanı dindirmeye çalışıyordu. İki yanağında da şamar izi vardı.