Her Şeyin Başlamadığı Gün

29 3 5
                                    

Neden hayattayız? Neden nefes alıyoruz? Yaşama sebebimiz nedir? Bu hayatı yaşamak ne zaman kolaylaşacak? Bunları sorup duruyoruz durmadan kendimize. İçinden çıkamadığımız bir paradoks. Ama bunları şuan bulunduğum durumda sormak ne kadar doğru. Bir polisin karşısında. O size bakarken. Pek mantıklı değil evet.

"Mert Bayındır'ı hiç gördünüz mü Bayan Kalender. 42 saattir kayıp kendisi. Herhangi bir şekilde onun hakkında bir duyum aldınız mı? " polisin telsiz sesleri arasında kendime gelmeye çalışıyordum.

"Neden bana soruyorsunuz? Benim o kişiyle aramda bir şey kalmadı."

"Bir davanız bulunuyormuş."

Kollarımı doladım birbirine ve polise sakince baktım. Dışarıdan yağmurun sesi geliyordu. Bundan gelen bir durgunluk vardı üstümde. Sanki zaman yavaş akıyor gibi gelirdi yağmur yağarken. Ama polisi de bekletmek istemiyordum.

"Benim, bizim davamız sonuçlandı. Nerede olduğunu bilmiyorum. Tahmin edersiniz ki görüşmeye meraklandığım biri de değil. Üzgünüm ama bir bilgim yok. Umarım bulursunuz. "

"Peki hanımefendi. Bir şey duyarsanız haber verirsiniz. Siz yine de şehir dışına çıkmayın. Teşekkürler."

"Tabi ki." dedim olabildiğince samimi olmaya çalışarak. Kapıyı kapattıktan sonra da derin bir nefes almadan duramamıştım. Tedirginlik vardı üstümde. Tabi herkesin kapısına her gün polis gelmiyordu. Veya ona hiç duymak istemediği birinin ismini sormuyordu. Mert Bayındır... Evet bu isim zamanında kabuslarıma giren, kendimden bir ara nefret etmemi sağlayan birinin ismiydi. Bir isimden ne kadar nefret ediliyorsa o kadar nefret etmiştim. Bu nefreti zamanla bastırmış , affetmeyi de denemiştim. Ama yapamamıştım.

Cep telefonumun melodisiyle kapıdan ayrılmıştım ve beni hapseden düşüncelerden. Canım avukatım Zeynep arıyordu. Evet 22 yaşındaydım ve avukatım vardı. Çok normal bir hayatımın olmadığını söylemiş miydim.

"Alo! Hande, Mert ortada yokmuş. Polisler sana gelip sorabilir, haberin olsun."

"Geldiler ve sordular bile canım."

Bir süre düşündüğü belliydi. Mert'in nerede olduğunu bilip bilmediğimi öğrenmek istiyordu. Bu sessizlikle bildiğim bir şey varsa o sormadan anlatacağımı umuyordu. Benim herhangibir şey bildiğimden şüpheleniyordu.

"Yerini biliyor musun Hande?" Galiba kendine hakim olamamıştı. Gülümsedim o görmese de.

"Hayır."

"Peki ya deden,onun bu olayda bir parmağı olabilir mi?"

Dedem tabi ki akla gelen bir ihtimaldi. Onu bunun için suçlayamazdım. "Sanmıyorum Zeynep. Ona bu olaya karışmamasını defalarca söyledim. Hatta karışırsa benimle arasının bozulacağını da eklemiştim. Buna rağmen birine bir şey yapacağını sanmam. Böyle ileri gidemez."

"Sen öyle diyorsan." dedi Zeynep inanmayan bir ses tonuyla.

"Kendime dikkat ederim Zeynep, kimse ile de konuşmam, kuralları biliyorum."

"Bildiğini biliyorum akıllı müvekkilim benim. Hadi kendine iyi bak o zaman. Ah! Alışkanlık işte. Haberleşiriz yine. Bir bilgi çıkarsa iletiyorsun. İyi akşamlar."

"İyi akşamlar." dedim sakince. Ardından durup bir düşündüm. Başımı ilk ne zaman belaya bulaştırmıştım. Bu derece bir belaya. Öyle bir bela ki yıllar geçse de kurtulamadığım.

Hazırlanmaya başladım hızlıca. Dışarıdaki yağmur şiddetini arttırmıştı. Evimin camlarını kapamak gerekiyordu. Polisin gelmesi, telefon konuşması derken hava da kararmıştı. Gardırobun karşısına geçip düşünmeden bir tayt ve bir kapşonlu kapıp geçirdim üstüme. Aynada bir saniye baktım kendime. Düzgün sayılabilecek bir vücudum vardı. Ne uzun ne de kısaydım. Dansla fazlasıyla haşır neşirdim. Buna bağlı kendimi yerden yere attığımdan morluklarım çoktu. Her detayımı seviyordum. Her morluğu, kızarıklığı, benlerimi, saçımın kumral oluşunu. Normal olmayı... Sevmeyi öğrenmiştim. Kendimi sevmeyi.

YAŞAMAYA DAİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin