Yaklaşık beş dakikadır elindeki beyaz çubukla bakışıyordu Karaca. İlk kırmızı çizgi çıktığından beri iki dakika geçmişti. Her geçen saniyeyle, midesindeki bulantıyla beraber kalp atışları da artıyordu. Banyonun birkaç adımlık mesafesinde volta atmaktan mı yoksa heyecandan mı bilemediği bir şekilde başı da dönmeye başlamıştı. Daha fazla ayakta dikilmeyip klozetin kapağını kapatıp oturdu. Ancak daha kalçası soğuk zeminle yeni buluşmuştu ki diğer kırmızı da göründü.
Yirmi iki yıllık yaşamında, bu zamana gelene kadar hayatını şekillendiren birçok kırmızı olmuştu.
Dedesinin daha çok küçük yaşındayken saçlarına iliştirdiği kırmızı tokalar bunlardan ilkiydi.
Hala doğum günü kutladıkları zamanlarda, babasının belki de kendisine aldığı ilk ve son hediye olan kırmızı elbise ikincisi.
Orta okulun son senesinde, aralık ayının soğuk sabahlarından birinde yatağında gördüğü kırmızı kan lekesi üçüncüydü.
Altı ay önceki nikahlarından birkaç hafta sonra sırf kendi aralarında eğlenmek için düzenledikleri kına gecesinde başına örttükleri kırmızı örtü ise dördüncüydü ve bu sabaha kadar da sonuncusuydu.
Ancak şu an elinde tuttuğu ince çubuğun üstündeki iki kırmızı çizgi "Biz beşincileriz!" diye bağırıyorlardı.
Bunun ne anlama geldiğini idrak edemiyordu Karaca. Bir yandan şok olmuştu. Ama bir yandan da aylardır bunu bekliyordu. Azer'le korunmuyorlardı. Aralarında bebek konusu hiç açılmamıştı ama ikisi de bu duruma karşı değildi. Belki de bu yüzden hiçbir zaman önlem almamışlardı.
Evet, bebek için çok erkendi. Daha evleneli bir sene bile olmamıştı. Ama zaten onların neyi normal seyrinde ilerlemişti ki? Normal çiftler tanışır, flört eder, sevgili olur, aynı eve taşınır, ailelerini tanıştırırdı. Sonrasında evlilik teklifi edilir ve nişanlılık süreci başlardı. En son ise kına gecesi ve düğün gelirdi.
Karaca ve Azer için ise durum tam olarak şöyle olmuştu: Aileler tanışmıştı, hatta tanışmakla kalmayıp birbirlerinden birkaç can almışlardı. Sonra Azer Karaca'yı kaçırmıştı, tanışmışlardı, kısa süre de olsa beraber yaşamışlardı, flört etmişlerdi, sevgili olmuşlardı, Azer evlilik teklifi etmişti ve evlenmişlerdi. Düğün ve kına gecesi ise nikahtan sonra yapılmıştı. Yani aslında bebeğin tüm bu ritüellerden sonraya kalması bile şaşırılacak bir durumdu. Araya da sıkışabilirdi.
Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı Karaca. Sakin olmalıydı. Heyecan tamamdı ama paniğe hiç gerek yoktu. Zaten güzel giden hayatlarına bir güzellik daha eklenecekti. Bu yüzden elindeki çubuğu çöpe atıp elini yüzünü yıkadı. Kenardaki havluyla yüzünü kurularken kafasında tek bir kelime dolanıyordu: Anne. Kendisinin büyüdüğü evdeki anneler pek de normal sayılmazdı. Kendi annesi ve babaannesi bu konuda başarılı değildi. Nedret yengesi ise çocuklarına karşı sevgi dolu olsa bile bu da tek başına yeterli değildi. Silik bir kadındı. Karaca küçüklüğünden beri bu üç kadının karışımının ideal kadına denk düşeceğini düşünürdü. Ama buna gerek olmadığını çok sonra anladı. İdeal diye bir şey yoktu. Kimse ideal olmak zorunda değildi. Bazı insanlar bazı konularda başarılıydı hepsi bu. Babaannesi ve annesi ise annelik konusunda başarısız olanlardı. Eğer kendi istedikleri adamlarla evlendiklerine ve kendi istekleriyle çocuk sahibi olduklarına emin olabilseydi onları suçlayabilirdi ama bu zamana kadar neler yaşadıklarına, ne zorluklar çektiklerine en yakından kendisi şahit olmuştu. Bir de bunun, onun doğumundan önceki kısmı vardı. Bu yüzden onlara kızmayı bırakalı çok oluyordu. Zaten de şu son birkaç yılda kafasındaki kötü anne figürlerini yıkacak bir sürü kadınla tanışmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CAMGEZER
RomanceHiç izleyemediğimiz ve belki de hiç izleyemeyeceğimiz AzKar hikayeleri...