4. sargı bezi ve birbirini sarılan yaralar

6 1 0
                                    

not: ana karakter olan Güney'in piskolojik olarak yıpranan bir karakter. bazı davranışları size garip, saçma gelebilir.


"güçlü insanlar affeder, affetmek istemeseler bile. ve güçlü insanlar kırılmamış gibi yaparlar, paramparça olsalar bile."

-Dean winchester


vavelya'dan...

Acının, dizimde ki kanayan yaradan ibaret olmadığını anladığımda daha küçüktüm. Annemin o ifadesini... Hayatım boyunca unutamayacaktım.

Annem her zaman, acının bize Tanrı'nın hediyesi olduğunu söylerdi. Tanrı bizi sınarmış. Öyle derdi. Ama artık annemin gözlerinde eski bakışları göremiyordum. Annemin ölmüş bir kadından farkı yoktu, babam kuru toprağın altında yaşamaya başladığında. Yıllar önce ölmüştü, babam. Bana yıllar önce gelse bile anneme dün gibi geliyordu.

Ellerimin arasında duran telefona baktım. Oğuz'la en son beş dakika önce mesajlaşıyorduk. O beni 'vavelya' olarak tanıyordu, bir vavelya olarak. Bir çığlık olarak, Güney olarak değil.

Bulunduğum erkekler tuvaletinde kabinlerin birinin içine girmiş, klozet kapağının üzerine oturmuş, intihar eden gözyaşlarımı elimin tersiyle siliyordum. Hırkamın cebinde telefon titrediğinde, usulca elime alarak gelen bildirime baktım.

Oğuz'dan mesaj gelmişti.

warofhearts: ağlıyor musun?

warofhearts: ağlama.

Cevap veremedim. Vermek istedim ama veremedim. Ona sarılmak istiyordum. Onu öpmek... Ama sadece bakıyordum. Öylece ona bakıyordum.

Kabinden çıkıp aynanın karşısına geçtiğimde bir iki adım uzakta Burak vardı. Ellerimi su damlalarıyla dolarken, "İbnelerde üzülüyor muymuş?" dedi alayla. Suyla yüzüme yıkadıktan sonra, suratıma alaylı bir ifade yerleşti. Başımı Burak'a çevirerek, "En azından senin gibi sabıkalı bir orospu çocuğu değilim." dediğimde seri bir şekilde tuvaletten çıktım.

Koridorda sınıfa doğru adımlamaya başladım yerine yeni gelen moralimin düşmesi uzun sürmedi. Bazen hiç bir zaman mutlu olmayacakmışım gibi hissediyorum. Aslında ben kendim için bile yaşamıyorum. Onun için yaşıyorum, sadece onun için. Sınıfın kapısından içeri girdiğimde, dudaklarıma ölen bir insanın geri kalan o ifade yerleşti. Bu hissin bir adı yoktu. Kötü bir histi bu. Acımasız bir histi. Merhamatin, kabuk tutan bir yaraya dönüştüğü melonkolik zincirlerden oluşan bir histi.

Başımı sırama usulca koydum, telefonumu kulaklıklarıma bağlayıp kulaklarıma yerleştirdim. Bir müzik kulağımda yer edinerek melodisi beynime usulca kazınmaya başlamıştı bile. Gözyuvarlarımı onun sırasında takılı kaldığında, artık hiç bir şey duymuyordum. İ

Onunla aramızda olan bağ, ona beslediğim sevgime benziyordu. Az değildi, çok ta değildi. Ama...ama o benim kalbimdi. Evet, o benim kalbimdi. Kırıldıkça kırılan, canı yandıkça yanan. Ben ise onun içim hiç kimseydim. Bir yabancı ya da kaldırımda yürürken yanında geçen bir kişi.

O nasıl mı biri?

O iyi biri değildi. Sevgisizdi. Vavelya'sızdı. Sürekli kavga ederdi. Kendi canını yakmayı severdi. Bilmezdi, benim canımın ne kadar yandığını. Ama onun koyu gözlerinden anladığım tek şey ruhunun acı içinde yandığıydı. Kahvelerinden acı fışkıyordu. Bilmiyorum, belki onun gözlerinin yuvarlarının arasında var olan acıyı sevmiştim.

Ve Evet, deliyimdir belki. Çöpe attığı sargı bezlerini çöpten topluyor, yara bantlarını çalıp, yaralarımı onunla kapatıyor olabilirim. Deli olabilirim.

kalp kırıklarına dokunan eller [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin