0.1

826 90 53
                                    

1 hafta sonra...

Berbat geçen günlerinin ardından bir hafta geçmişti ve bu bir hafta içinde ne annesiyle babası aynı sofraya oturmuş, ne de aynı yatakta yatmışlardı.
Öyle ki birbirlerinin suratına dahi bakmıyorlardı.

Zaten Bay Hwang eve gece yarısı geldiği ve sabah da 6 gibi evden çıktığı için Yeji artık babasını bile görmüyordu.

Banyodan çıktı.

Mutfağa gitti.
Annesi kahvaltı hazırlıyordu.
Her pazar hazırladığı kahvaltıların aksine bu sefer sofraya hiç özenmemişti. Masaya rastgele bırakılmış üç tabak, ortada duran kahvaltılıklar...
Sofrada başka hiçbir şey yoktu.

Yeji sofraya oturdu, onun ardından da Bayan Hwang oturdu. Bay Hwang'ı beklemeden yemeye başladılar.

Yeji birkaç lokmanın ardından kenarda duran şişedeki suyu içti ve sofradan kalktı.

"Eline sağlık anne."

"Afiyet olsun."

Yeji mutfaktan çıkarken Bay Hwang da mutfağa giriyordu.

"Nereye gidiyorsun,
yedin mi bir şeyler?"

Bay Hwang'ın seslenmesi üzerine olduğu yerde durdu. Babasının yüzüne bakmadan cevap verdi.

"Evet yedim,
şimdi ödevlerimi yapacağım."

Bir geri dönüt beklemeden odasına ilerledi.
Kapıyı kapatıp kilitledi.

Kulaklıklarını taktı,
en sevdiği şarkılardan birini son ses açtı.
Matematik kitapının 56. sayfasını açtı, soruları çözmeye başladı.

Yarım saatlik bir süre sonunda ödev verilen sayfaları bitirmişti. Müziği durdurdu.
Durdurmasıyla beraber içeride kopan kıyameti de duymuştu.

"Artık benim sofraya oturmamı beklemeyecek kadar da mı saygı göstermiyorsunuz bana?
Bu kızı da sen bu hâle getirdin!
Senin yüzünden bana düşman oldu!"

İçerde bir gürültü koptu.
Yeji yerinden sıçradı, ani ve yüksek seslerden hep korkmuştu. Özellikle de babasının sesinden...

"Yeter be adam yeter!
Kapa çeneni de dön bir kendine bak!
Daha düzgünce babalık yapamamışsın evladına, gelmiş bana bağırıyorsun!
Haddini bil be!"

"Sen ha!
Bana bunları nasıl söyleyebiliyorsun?
Bu kıza senden daha iyi baktım!
Kazandığı bütün şeyler ona ben verdim!"

Bayan Hwang'ın sesi biraz olsun alçalmıştı ama yine ilk dakikalardaki gibi sinirli çıkıyordu.

"Evet, sahip olduğu bütün korkuyu, bütün özgüvensizliğini ona sen verdin!
Bütün göz yaşlarını ona sen verdin!
Kolundaki bütün morlukları ona sen verdin!"

Yeji giydiği sweat'inin kolunu sıyırdı ve kolundaki büyük morluk izine baktı.
Geçen hafta pazar günü oluşmuştu, acıyordu.

Burnunu çekti, göz yaşlarının akmasını engellemeye çalıştı.

Kenarda duran kremi aldı,
oluşan morluğa sürdü.

Sokak kapısının gürültüyle çarpmasıyla babasının evden çıktığını anladı.

Göz yaşlarını sildi ve önünde duran kağıda bir şeyler karalamaya başladı.

••

Akşam saat gece yarısına yaklaşırken sokak kapısı açıldı.

Yeji okuduğu kitaptan kafasını kaldırdı.
Babası bu saatte geldiğine göre içmişti ve şu an çok sinirliydi.

Annesi içeride televizyon izliyordu,
bu yüzden ilk ona saracaktı.
Sonra ise kendisine...

İçeriden bağırışma sesleri yükselmeye başladığında Yeji hızla kalkıp kapısını kilitledi.
Kalbi çarpmaya başladı,
göz yaşları yanaklarından parke zemine damlıyordu.

Stresten tırnaklarını kemirmeye başladı.

Sert adım sesleri kapısının önüne kadar gelince yorganının altına girdi.
Kapı zorlanmaya başladı.

"Yeji!
Bak aç kapıyı, yoksa fena olur!"

Göz yaşları daha da hızlandı.
Kenarda duran yastığına sarıldı.

"Ben babanım Yeji!
Babalara karşı gelinmez!"

Kapı sertçe açıldı.
Yorgan hızla çekilip kenara fırlatıldı.

Bay Hwang, Yeji'yi sertçe kolundan çekti.
Sarsmaya başladı.

Yeji acıyla tiz bir çığlık attı.

"Babanı dinlemiyorsun,
derslerine çalışmıyorsun,
anca gidip okula milletle oynaşıyorsun değil mi?!
Boşu boşuna senin için para harcıyoruz!
Anca gidersin dedikodu yaparsın,
arkadaşlarınla o kafe senin bu kafe benim dolaşırsın!"

Yeji kolunu sertçe ondan çekti.
Yere düştü.

Bay Hwang birkaç şey daha geveleyip odadan çıktı. Yeji sinirle bağırmaya başladı.

Ayağa kalktı,
kenarda duran telefonunu şortunun cebine soktu. Anahtarını da aldı,
koridoru hızla geçti.

Kapıyı açtı,
ayakkabılarını giydi.
Kapıyı bile kapatmadan hızla koşmaya başladı.

Göz yaşları hızla akmaya devam ediyordu.
Canı yanıyordu. Sadece fiziksel değildi bu acı, ruhu acıyordu, kalbi acıyordu.

Bir süre nereye gittiğini bilmeden koştu.
Ara sokaklara girdi, çıktı.
Daha önce hiç görmediği dükkan ve binaların önünden geçti.

En son bir ara sokağın başında daha fazla dayanamayıp kendini yere attı. Giydiği şort yüzünden dizleri parçalanmıştı belki, ama umurunda değildi.

Kendini soğuk, taş zemine bıraktı.

Yorgundu, hem ruhen, hem fiziken...
Akşam yemeğinde de hiçbir şey yemediği
için de açtı. Bilinci kapanmak üzereydi.

Göz yaşları akmaya devam etti.

'Neden ben?' diye düşündü, 'Dünyada o kadar insan varken neden ben?'.

Derin nefesler alıp vermeye devam etti.
Ama karşı koyamadı.

Göz yaşları eşliğinde gözlerini kapattı.

••••

Sunday Curse | yeonjiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin