Gözlerim kapanmış ve nihayet hakikat gönül kapımı aralamıştı bir gece...
Birden ellerinde bir dokunuş hissettim. Tenimle temas eden o sıcaklık ve şu ana
kadar hiç hissetmedigim bir hâl... Kimdi bu? Ellerini ellerimle değdiren kimdi? Kim
olduğunu merek ediyor fakat çehremi ona döndüremiyordum. Yoğun bir
nuraniyet çepeçevre sarmalamisti benligimi, başımı kımıldatamıyordum. Nihayet
kulaklarim beklenen sesi işitti "kaldır başını ey beni görmeden seven... Kaldır...."
Bu sesle yüreğim adeta fırlayacaktı sanki kulaklarimsa şimdiye kadar hasret
kaldığı o sesle buluşmuş olmanın sevincini yaşıyordu. Başımı yavaş yavaş o' na
doğru yöneltmeye basladim . Artık hiç bir engel yoktu önümde. Karşımda nurdan
bile daha aydınlık o çehre . Aydan bile daha aydınlık, güneşten bile daha aydınlık,
en berrak sulardan bile daha berrak bir sima. Gözlerim gözlerine değdi o an.
Varlığımı bile unuttuğum o vakit senin varlığını hissettim kendimden önce.
Tebessüm etti ve ilerlemeye başladık canımın canıyla. Dünya gözüyle hic
görmediğim, hiç bir beşerin eseri olamayacak, devasa bir kapının önune geldik.
Hayranlığımı gizleyemeyerek sordum o'na "Sevgili, bu kapı ne kapısı".
Dudaklarinda tek kelime döküldü "CENNET" dedin. Cennet dedin sen her harfin
agirligini hissettim yüreğimde , cennet dedin dizlerin titredi efendim! Cennet dedin
on sekiz bin alem özledi efendim...