III

18 4 9
                                    

Zera'nın dilinden

Eve girip sıcak bir duş aldım. Aklım hala motordaydı. Kalbimin çok hızlı atmasına sebep oldu.

Koreliyi düşündüm. Hala ismini bilmiyordum. Ama bana yaklaşma cesaretini sevmiştim. Herkes bana kolayca yaklaşamazdı. İzin vermezdim.

Günün geri kalanını titreyerek ve derslerle uğraşarak geçirdim. 

...

Sabah uyandığımda karnım o kadar ağrıyordu ki oturduğum yerden kalkamadım. Ciddi anlamda üşütmüş olmalıydım. Anneme seslendim. Yanıma gelince bir sürü şey saydırdı. Dün yaptığım şeyi görseydi muhtemelen evden atardı beni. Onu sakinleştirip ilaç istedim.

Ailem açık giymeme karşı olan insanlardı. Babam yüzünden. Babamdan nefret ediyordum. Ama konu bu değildi. Başka şeyler vardı.
Babam uzakta olduğu zamanlar istediğimi yapabiliyordum. Şu an gibi.

Kalkıp da okula gidemedim. Çok kötü hissediyordum. Akşama doğru annem alışverişe gittiği sıralarda kapı çaldı. Annem değildi ve bakmak istemiyordum. Kapıyı çalan kişi üsteleyince kendimi zorlayarak kalktım.

Kapıyı zoraki açtığımda Koreli karşımdaydı. Beklemiyordum açıkçası. Kapıyı geriye suratına kapamak üzereyken eliyle durdurdu.

'Ne istiyorsun?' dedim bezgin bir şekilde. Elindeki termosu göstererek:

'(Korece) sana çay getirdim.' dedi ve gülümsedi. Alayla güldüm.

'(Korece) evde çay var ben sana vereyim.'

'Bu sıradan bir çay değil. İyileşmen için.'

Hastalanıp gelmediğimi tahmin etmek zor değildi. İçeri girdi ve kapıyı kapattı.

'Bu kadar yakın olduğumuzu sanmıyorum.' dedim sinirle.

'O zaman oluruz.' dedi ve sırtımdan itmeye başladı.

'Bana mutfağı göster annen gelene kadar fazla zamanımız yok.'

Gözlerimi kocaman açarak annemin evden çıkmasını beklediğini düşündüm ama olay bu değildi. Şaşkınlığımı görünce,

'Begüm.' dedi.

Dişlerimin arasından,
'Begüm.' dedim. Tekrar etti. Mutfağı görünce koşarak gitti.

Ona güvenip güvenmeme konusunda pek düşünmemiştim çünkü bir şekilde güven veriyordu.

Salona geçip oturdum. Elinde fincanla geri döndü. Çayı fincana koydu ve bana uzattı. Emin olmayan bakışlarla elinden aldım. Bir yudum almak üzereyken,

'Benim evimde beni zehirlemezsin diye düşünüyorum.' deyip çayı kokladım. Hafif kokuyordu. Birtakım otlar vardı içinde. Gülümsedi. Başını olumsuz anlamda salladı.

Yavaşça bir yudum çektim. Bu güven nereden geliyor hiç bilmiyorum.

'Adın ne?' diye sordu.

'Zera.'

'Ben Ki Ho. Yu Ki Ho.' diyerek elini uzattı. Elini sıktım. Gülümsedi. Sürekli bir şeylere gülümsüyordu. Daha önce onu görüyordum. Sürekli sormurtan biri olduğunu düşünmüştüm. Sosyal medyada oldukça ünlüyü.

'Sonunda resmi olarak tanışabildik.' dedi. 'Çayı sevdin mi?' diye de ekledi.

Başımı olumlu anlamda salladım. Tadı da kokusu gibi hafifti. Midemi rahatlatmıştı. Çayı bitirip fincanı ortadaki masanın üzerine bıraktım.

'Hoşuna gittiyse sana tekrar getirebilirim.'

Başımı sallayarak evet dedim. Aramızda bir tür bağ kuruluyordu. İnsanlardan çabuk hoşlanıp çabuk kopabildiğimden biraz korkmuştum.

Kapı çalarak düşüncelerimi böldü. Annem gelmiş olmalıydı. Begüm biraz abartmıştı. Annem için o sorun değildi.

' Sanırım artık gitmeliyim.' dedi. Oturması için ittim.

'Biraz daha kalabilirsin. Annem Korelileri sever.'

Gidip kapıyı açtım. Annemin elindeki poşetleri alıp mutfağa götürürken,

'Misafirim var.' dedim.

Annem salona geçince biraz şaşırdı. Pek arkadaşım olmadığından olanların hepsini tanıyordu. Poşetleri bırakıp salona geçtim. Annemin yanına oturdum.

'Merhaba efendim.' dedi Ki Ho. Annemin önünde eğildi. Annemin en sinir olduğu şey olabilirdi bu. İlk izlenim kötü.

'Merhaba.' dedi annem. Çocuğu baştan aşağı süzüp durdu.

'Sevgilin mi bu?' diye sordu. Başımı sağa sola salladım. Ki Ho şaşırmış gibiydi. Annemin ani hareketleri...

'Ben de tam gidiyordum.' dedi. Annemin bakışları rahatsız edici olmalıydı. Ayaklandı. Kapıya kadar peşinden gittim. Giderken bir şey söylemedi. Kapıyı kapatıp içeri geçtim. Annem yanına çekti.

'Eve ilk kez erkek getiriyorsun ve sevgilin değil mi?' diye sordu.

'Kendi geldi ben getirmedim.'

'He bir de kendi geldi.' dedi şaşkınlıkla. Daha fazla sorguya maruz kalmamak için kalkıp odama geçtim.

...

Ertesi sabah daha iyi hissediyordum ama bugün dersim yoktu. Yapacak bir şeyler arıyordum. Bir süre terasta oturmaya karar verdim.

Bilgisayarımı alıp terasa çıktım. Hava biraz kapalıydı ama yağmur yağacağa benzemiyordu. Kod yazmaya başladım. Teslim etmem gereken bir projem vardı.

Bu şekilde saatler geçirdim. Grup projesi olduğundan diğerlerinin hazırladıkları gerekiyordu. Sırtım da ağrımaya başladığından ara verdim. Bilgisayarı yatağıma koyup alt kata indim. Annem mutfaktaydı.

'Ben bir süre dışarı çıkacağım.' dedim. Başını tamam anlamında salladı. Girişten hırkamı alıp çıktım. Mopet otoparktaydı. Bisikletle gidersem birini yine bırakmak zorunda kalacaktım ve topluma taşıma araçlarından nefret ediyordum. Yürümek en mantıklı karardı.

Proje grubundaki diğer iki kişiyi arayıp üniversitenin yanındaki kafeye çağırdım. Biri Begüm diğeri de adını bilmediğim bir çocuktu. Projenin başından beri sadece Begüm'le iletişim kurmuş yalnız çalışmıştım.

Kafeye vardığımda oturmak üzereyken Ki Ho'yu gördüm. Birini bekliyor gibi görünüyordu. Selam vermek istedim ama bir şeyler beni durdurdu. Bana arkası dönük olduğundan beni görmüyordu.

Buluştuğu kişi bir kadındı. Baştan aşağı siyahlar içindeydi. Garson yer gösterdiğinde birini beklediğimi söyledim. Şu an merakla Ki Ho'yu izliyordum. Kadın masaya oturmadan sıradan bir şekilde yürüyerek Ki Ho'nun eline bir zarf tutuşturdu ve yürüyüp geçti. Bana bir bakış atarak yanımdaki girişten çıktı.

Ki Ho ayaklandı ve bana doğru yürümeye başladı. Zarfı iç cebine koydu. Sanki burada olduğumu biliyormuş gibiydi.

'Merhaba.' dedim ama önümden hızlıca geçip gitti. Bir şey demeden. Biraz şaşırmış olsam da Begüm'ü görünce dikkatim dağıldı. Herhangi bir masaya oturdum ama onun bu davranışı kafama takılmıştı. Ve o zarf... İçinde ne olabilirdi.

Yu Ki HoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin