Ki Ho'nun dilinden
Saçlarının rüzgarda savrulması hoşuma gitmişti. Onu daha çok tanıma isteği uyandıran sebeplerim vardı. Aynı zamanda canımın yanacağının, canının yanacağının farkındaydım. Ama devam etmek istiyordum. Sonuna kadar gitmek, beni-bizi nelerin beklediğini görmek için yanıp tutuşuyordum. Onun için durum farklı olabilirdi belki. Beni kabul etmezse tabi ki zorlayamazdım. Ama ben çoktan ondan hoşlanmaya başlamıştım.
Bunlar en sakin zamanlarımız olarak hatırlanacaktı elbet. Canımı sıkan da buydu. Benim gibi bir adamı kaldırabilir miydi, kaldırmak ister miydi? Düşüncelerimi bir kenara itip ona odaklanmaya karar verdim.
'Sevdin mi burayı?' diye sordum. Başıyla onayladı.
'Sık gelir misin buraya?'
Bu sefer ben onayladım. Yürümeye devam ediyordu. Ben de peşinden gidiyordum.
Geçen ki karşılaşmayı soracak mıydı?
Sanmıyordum. Yani merak ettiğini sanmıyordum.'Kahvaltı ettin mi?' diye sordum.
'Evden kaçtım.' dediğinde gözlerimi kocaman açarak;
'Yani kendini bana mı kaçırttın şimdi?' diye ciddi bir şekilde sorduktan sonra gülmeye başladım. O gülmedi. Ben susunca gülmeye başladı. Ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu.
'Sen nasıl bu kadar iyi Türkçe konuşuyorsun bana onu söyle.' dedi. Gülümsedim.
'Dedem Türk. Ve ben onunla büyüdüm.' diyerek yalan söyledim. Şu anda bildiğim yaklaşık 6-7 civarı dil vardı. Bunlardan biri de Türkçe. Eğitimlerimden biri de dil üzerineydi. 12 yaşımdan beri dil öğreniyor, dövüş sanatlarıyla uğraşıyor ve istihbarat üzerine eğitiliyordum. Benim hayatım buydu.
'Biraz ilerde kahvaltıcı var.' dedim.
'Yanıma para almadım.'
'Ben öderim.' dediğimde biraz kabaca olduğunu fark ettim. Ama pek umursuyor gibi durmuyordu.
'Kimseye borçlu kalmak istemem.' dedi ciddi bir şekilde. Koluna yapıştım.
'Bir dahaki sefere sen ısmarlarsın.' deyip sürüklemeye başladım. Mecburen benimle geliyordu.
Kahvaltı boyunca onu soru yağmuruna tuttum. Kimisine cevap vermedi.
Kahvaltıdan sonra okula dönüyorduk. Girişten girdiğimizde beni dürtmeye başladı.
'Dur.' dedi. Sanki tüm neşesi uçup gitmişti. Sesi buz gibiydi. Durdunca indi ve kaskı çıkarıp uzattı. Yüz ifadesi de kötü görünüyordu. Tam dudaklarımı aralamıştım ki:
'Bir şey sorma. Sadece git.' dedi. Anlam veremiyordum. Birden ne olmuştu.
Beni arkasına alıp gözlerini alamadığı yere doğru koşmaya başladı. Orada bir adam duruyordu. Saçları hafiften beyazlamış orta yaşlarının sonunda bir adamdı. Babası olmalı diye düşündüm.
Adamın yanına vardığında adam kolunu sıkıca kavrayıp Zera'yı kendine çekti. Adım atmak üzereyken eliyle arkadan bir işaret yaparak durmamı sağladı. Olduğum yere kilitlenip kalmıştım.
Adam dişlerinin arasından bir şeyler söylüyordu. Sinirle kolunu çekip ondan kurtardı. Bir şeyler konuşuyorlardı ama duymuyordum. Tartışmayı devam ettirirken arabaya binip uzaklaştılar.
Ne yapabileceğimi bilmiyordum. O beni arayana kadar ona gidemezdim.
Bu sırada başka bir işi halletmeye karar verdim. O gün çekilen videolar.
Ardayı arayıp eve çağırdım. Bugün yine dersleri ekiyordum. Alışık olduğumuz bir şey. Arda'nın canına minnetti.Eve geçtiğimde Arda çoktan evdeydi. Arda tembel falandı ama iyi hackerlık yapıyordu. Ben rolüm gereği yeteneklerimi gizlemek zorundaydım.
'Geçen bahsettiğim video mevzusu. Halledebilir misin?' diye sordum. Pis pis gülerek olumlu cevap verdi. İşe koyulduk.
Saatlerdir çok az kaldığını söyleyen bu beyi parçalamak istiyordum.
'Bit-tiiiii.' dedidiğinde tuttuğum nefesimi verdim. Darlanmıştım ve uykum geliyordu.
'Sonunda.'
Yaptığımız şey sonuna kadar illegaldi. Bunu bir şekilde gizleyebilirdim.
Okulun arşivlerindeki herkesin telefon numarasından telefonlarını hackleyerek telefonlarına format atmıştık. Kendimle gurur duyuyordum. Bir de Ardayla tabii.
'Şimdi paramı ver.' dedi. Klasik Arda. Sürükleyerek evden dışarı çıkardım. Kapıyı da suratına kapattım.
Sırada Zera'ya ulaşıp neler olduğunu sormak vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yu Ki Ho
Actionİlk başta herkes normal görünse de herkesin içinde bir canavar vardır.