Bölüm III - Patrick

79 2 0
                                    

        Eve yaklaşırken mutfak penceresinden Jeanne’i gördüm. Çöreklerin kokusu neredeyse sokağın başından duyuluyordu. Her zaman iştahımı kabartan bu koku, şimdi midemi bulandırmıştı. Beni farkedip el salladığında tebessüm etmeye çalıştım, ancak teyzemin surat ifadesi değiştiğinde başaramadığımı anladım. Ben içeri girerken Jeanne de bana doğru geliyordu;

        “Patrick, Tanrı aşkına sen iyi misin?”

        “Ormanda düştüm, endişe edecek bir durum yok Jeanne”

        Arkamda Ray’in kahkahasını duydum,

        “Sincaplar fena kovalamışa benziyor, seni bu suratla yanımda taşımam haberin olsun”

        Ben söze nasıl başlayacağımı düşünürken Ray bir şeylerin yolunda olmadığını anlamış olsa gerek ki, neşesi birden kayboldu. Sormadığı bir sorunun cevabını ister gibi yüzüme bakıyordu. “Marc” dedim birden, “Dün gece ölmüş. Yani zannedersem dün gece…”

        Jeanne kesik bir çığlıkla ellerini ağzına kapattı, Ray ifadesiz bir şekilde hala bana bakıyordu. Devam etmem gerektiğini düşündüm.

        “Onu gördüm.” Olanları tekrar yaşıyor gibiydim. “Sabah limana doğru koşmuştum, dönerken sahildeki kalabalığı fark edip yanlarına gittim, Şerif Roy oradaydı. Sudan cesedi çıkartıyorlardı… Üzerini bile değişmemişti Ray! Dün akşam cafede bıraktığımız gibiydi. Tanrım, yüzü aklımdan çıkmıyor.”

        Ray sonunda dehşet dolu bir sesle “Bir dakika! Marc, ölmüş. Denizde. Boğulmuş mu? Lanet olsun ne olmuş Patrick!” diye bağırdı. Thomas’ın sesini duyuyordum bir yandan,

        “Neler oluyor?”

        Jeanne masanın kenarına tutunmuş, gözleri sabit bir noktaya bakarak Marc’ın öldüğünü söylediğinde, neredeyse hiçbir tepki vermedi. Birkaç saniye duraksayıp, bir bardak su aldıktan sonra konuşmadan arkasını dönüp gitti. Diğerlerinin fark etmediği bu tepkisizlik, bence hiç normal değildi.

        “Ben intihar olduğunu düşünmüyorum”, derken yaptığım hatayı farkedip sözümü orada kestim. Teyzem büsbütün telaşlanmaya başlayacaktı. Ray hızla merdivene yöneldi, haberi aldığımda ben de onun gibi yalnız kalmak istemiştim. Son birkaç saatte yaşadığım travmanın ağırlığını göz kapaklarımda hissetsem de Jeanne’i yalnız bırakmak şu an pek iyi bir fikir değildi. Eminim kafasından bizimle ilgili birçok kurgu geçmeye başlamıştı bile. Aslında ben de düşünmüyor değildim, son bir yılda bu kasabamızdaki 4. ölüm vakasıydı ve ne tesadüftür ki; hepsi aynı yaştaydı. İlki; aynı Marc gibi kayalıklardan çıkartıldığında, hepimiz intihar olduğuna inanmıştık. Şerif Roy, O’Neal kardeşlerin ise, sandalları devrildiği için boğulduklarını söylemişti. Fakat ailesi balıkçılıkla uğraşan bu kardeşlerin, durgun suda sandallarının devrilmesine kimse anlam verememişti. Marc’ın ölümüyse, deniz saplantısı olan bir seri katilin varlığına inandırmıştı beni.

        Teyzeme Jayne’nin de orada olduğunu ancak onu kötü bir durumda bıraktığımı söyledim. Telefonu alıp numaraları tuşladıktan sonra salona geçti. Merdivenlerden yukarı çıktım, Ray’in kapısı kapalıydı. Bir süre tereddüt ettikten sonra kendi odama geçtim. Çamurlu kıyafetlerimi çıkartıp duşa girdim. Sıcak su, dizimi daha çok yaksa da, vücudum gevşeyene kadar bekledim. Havluya belime sarıp, aynanın üstündeki buharı sildim. Yere kapaklandığımda yüzümü de çarpmıştım, toprak ıslak olmasına rağmen burnum ve dudağımın üstü zedelenmişti. Kotumu ve siyah t-shirtümü giyip yatağa uzandım. Yorgun hissetsem de uyuyamayacağımı biliyordum. Tavanın pürüzlü yüzeyine gözlerim takıldı, düşünmeye başladım. Irkçı seri katiller vardı, ya da kadın düşmanı. Dört sene önce Michigan’da siyahi adamlara kafayı takmış, en az 5 kişiyi öldürmüş bir seri katil duymuştum. Önceki sene de New York’da 8 eskort kadın seri katil kurbanı olmuşlardı. Her zaman bir takıntıları vardı. Marc’ın ölümü de 18 yaşındaki genç erkeklere takıntılı, ve onları öldürüp denize atan bir seri katil olduğunu gösteriyordu. Paul O’Neal ve adını bilmediğim kardeşi açık denizde öldürüldüğüne göre, bu adam, ya da kadın, her kimse, öldürüp suya atmıyor, belli ki denizde öldürüyordu. Kasabada balıkçılık yaygındı ve ben katilin balıkçı teknelerinde çalışan biri olduğundan şüphelenmeye başlamıştım. Bunu şerife söylememe gerek olduğunu sanmıyordum. Fred Roy bu basit bağlantıyı muhtemelen çoktan kurmuştu.

        Yatakta bir süre daha uzanıp düşündükten sonra Ray’in yanına gitmeye karar verdim. Yavaşça kapısına vurdum, ses gelmeyince aralayıp başımı uzattım. Pencere kenarındaki koltukta oturuyordu. Ben de yatağın diğer tarafına geçip karşısına oturduğumda “Anlamıyorum” dedi. “Marc intihar etmedi, öldürüldü. O böyle bir şey yapmazdı biliyorsun. Ama bu kadar küçük bir kasabada, neden? Nasıl olur ki? Tanrım, bir arkadaşının öldüğünü kabullenmek ne kadar zor. Üstelik cinayet olduğunu düşününce, hiç inanmak istemiyorum. Dün birlikteydik, her zamanki gibiydi. Böyle olacağını tahmin edebilir miydin?”

        Bir şey söyleyemedim. Zaten bu bir soru da değildi. Tahmin edemezdim, inanmak istemezdim ve inanamıyordum tıpkı onun gibi. Senelerdir Marc, Ray ve ben takılırdık. Aynı okullara gidip, çıkışta da birlikte vakit geçirirdik. Marc’a kuzenim gibi yakın olamasam da gerçekten iyi arkadaşımdı. Ama benden çok Ray’le iyilerdi. Bu yüzden Ray çok daha ağır bir üzüntü yaşıyor olmalıydı. Gözüm pencereden dışarıda bir yere daldı. Ray’e aklımdan geçenleri anlattım. Şerifin diğer olayları tekrar inceleyeceğinden bahsettim. O ise, birkaç balıkçının ismini şüpheli listesine eklemeye başlamıştı bile.

        Teyzem yanımıza gelip, bir şeyler yememiz gerektiğini söylediğinde, saatlerin geçtiğini farkettim. Neredeyse akşam olmuştu, ne Ray ne de ben sabahtan beri tek lokma yememiş, sürekli ihtimalleri, katilleri konuşmuştuk. Kim bilir daha günlerce de bu konu beynimizin baş köşesinde kalacaktı. Karnım acıkmıştı, ancak hiçbir şey yemek istemiyordum. Ray de yiyemeyeceğini söyledi. Jeanne Ray’e sarıldı. Şakağına bir öpücük kondurdu. Her zaman arkadaş gibi bir anne olmuştu. Kuzenim de ben de şimdiye kadar onunla hiçbir sorun yaşamamıştık. Sadece biz değil, kasabada hiç kimsenin onunla bir sorunu yoktu. Olsaydı, canım pahasına bu sevgi dolu insanı korurdum. Marc’ın ölümü onu da bir hayli üzmüştü. Gözlerinin etrafı kahverengiye çalan bir renk almıştı ancak açık mavi gözleri bu rengi bile güzel gösteriyordu. Ray’in gözleri Thomas gibi, siyahtı. Göz renginin siyah olamayacağını söyleyen insanlara, aksini gösterebilmeyi isterdim hep. Bu simsiyah, sert bakışlar, Ray’in bebeksi suratına ciddi ve karizmatik bir ifade katıyordu. Sanırım bu sayede hiçbir zaman popülarite sıkıntımız olmamıştı. Benim gözlerim griydi. Jeanne bir tek gözlerimin anneme, geri kalan fiziksel tüm özelliklerimin babama benzediğini, babamın da benim gibi uzun boylu ve yapılı olduğunu, annemin onun yanında küçücük kaldığını söylerdi. Ben her ikisini de göremediğim için bu konuda bir fikrim yoktu ancak Jeanne, küçüklüğümden beri beni onları dinlemekten hiç mahrum etmemişti. Kendimi kimsesiz hissetmemem için sürekli annemi ve babamı anlatmış, onları kaybetsem de beni çok seven bir ailem olduğunu söylemişti. Doğruydu da, onun sayesinde hiçbir zaman yalnız hissetmemiştim. Annem ben doğduktan hemen sonra ölmüştü. Zor bir doğum yapmış, ben hiçbir zarar görmezken o bana sadece bir kez bakabilmişti. O kadar çok dinlemiştim ki, artık gözümde canlandırabiliyordum. Hemşireler beni temizlemek için götürdükten ve annem de hasta odasına alındıktan bir süre sonra öldüğü haberi gelmişti. Jeanne hala o noktada duraksar, her seferinde sesi boğuklaşırdı. Bu yüzden günlerce boğaz ağrısı çektiğini bile hatırlıyordum. Anne duygusunun ne olduğunu hiçbir zaman bilemediğim için, olayın dramatikliğinden çok beni Jeanne’nin bu hali üzerdi. Ben doğduğumda hamile olan teyzem, her zaman onun ilk çocuğu gibi olduğumu, anneliği benimle öğrendiğini söylerdi. 7 ay sonra Ray doğmuştu, ancak Jeanne beni anne sevgisinden asla mahrum bırakmamıştı. Şimdi bu arkadaşım gibi olan kadın, benim teyzem olmaktan çok öte, annemdi. Thomas için aynı şeyi söyleyemezdim... Belki o bu kadar sıcakkanlı birisi olmadığındandır, ya da kendi babama karşı asla emin olamayacağım bir hırs beslediğimden, bilemiyorum… Herhangi bir kötülüğünü görmemiş olsam da, Thomas’ı baba olarak kabul edememiştim. Zaten onun da beni evlat olarak istediğini düşünmüyordum. Bana karşı nazik ve iyi niyetli davranırdı, ancak birbirinin aynı siyah gözler, Ray'in suratında insanı olumlu etkileyen bakışlara sebep olurken, Thomas’da korkutucu bir hale bürünürdü. Gerçi ondan korkmam için de hiçbir sebebim olmamıştı, ailesine  karşı sert tepkiler verecek bir adam değildi. Verse de, şu halimle onunla baş edebilirdim. Sadece, beni iten bir şeyler vardı hep. Dediğim gibi, hiç tanımadığım babama karşı, sebebinden asla emin olamadığım hırsım yüzünden olabilir.

Siyah İnciHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin