huening kai
soobin ile oturmuş yemeklerimizin gelmesini bekliyorduk. saçlarımın yeterince kuruduğunu düşündüğüm için başımdaki bereyi çıkarttım ve çantama koydum. elektriklenme yüzünden saçlarım havalandığında dudaklarımı büzdüm ve alnıma dökülen saçlara üfledim. birkaç kez denememe rağmen tutamlar yeriden kıpırdamayınca elimi kaldırmıştım. tam saçımı düzeltecekken gözümün önünde bir anda uzun, kemikli bir el belirdi ve usulca saçlarımı geriye doğru taradı.
ben kocaman gözlerle soobin hyung'a bakarken o beni takmadı ve saçlarımla uğraşmaya devam etti. birkaç dakika boyunca saçlarımla oynadıktan sonra eli yanağıma indi ve sıkıp geri çekildi.
"çok sevimlisin ningie~ ne kadar büyürsen büyü gözümde miniciksin."
sözleri ben de şok etkisi yaratıyordu. daha saçlarıma dokunmasının etkisinden çıkamamışken bir de yanağımı sıkması benim için çok fazlaydı. zorlukla ona gülümsedim ve sesimin titrememesini umarak konuştum. "ne sipariş edelim hyung?"
çenesini eline yaslayarak birkaç saniye bana baktı ve konuştu. "buranın körili ramyeonlarının güzel olduğunu duymuştum, bence ondan alalım."
o an bir şeyleri düşünmek ve anlamlandırmak bana çok zoe geldiği için sadece onayladım ve ellerimle oynamaya başladım.
"resimlerin ne durumda kai?"
siparişi verdikten sonra bana döndüğünde ellerimle oynamayı kestim ve başımı istemsizce yana eğdim.
"iyiler hyung, hatta bayan rosé çizimlerimi çok geliştirdiğimi söyledi."
yüzündeki o ifade gurur muydu yoksa şevkat mi? ne olduğunu kestiremesem de beni mutlu etmişti, hatta belki de biraz umutlandırmıştı. havadan sudan muhabbetlerimiz bittiğinde yemeklerimiz geldi ve ben derin bir nefes aldım, onunla konuşurken geriliyordum.
"ee kai, sevgilin var mı? chris kurstan bazılarının sana ilgisi olduğunu söylemişti."
bekle, ne? soobin hyunjin'in beni sevdiğini biliyor muydu? yutkundum, şimdi bitmiştim. ya hyunjin beni sevdiği için bana olan ufacık ilgisini de yitirirse?
"yok hyung, kurstakilerle sadece arkadaşız." fakat bu sorudan güç almıştım. "sen ve yeonjun hyung'un arası nasıl?"
boş boş yemeğini karıştırdı ve konuştu. "seni kendime yakın görüyorum kai, bu yüzden anlatacağım." masaya biraz daha eğildim. "ne yalan söyleyeyim, yürütemiyoruz. o, çok fazla ilgi bekliyor ve bu beni yoruyor. ve son zamanlarda karakter olarak çok.. baskın? üzerimde baskınlık kurulmasından hoşlanmıyorum."
beni kendine yakın görmesi bile kulaklarımın yanmasına sebep oluyordu.
"kai-ah, utandın mı sen?" o da masaya doğru eğilmişti ve yüzlerimiz şu an çok yakındı. hızla kendimi geriye doğru çektim ve ellerimi yanağıma bastırdım. "sanırım biraz, hyung."
başımı eğmiş ve yanaklarımın soğumasını bekliyordum. saçlarım arasından ona baktığımda dudaklarının kıvrıldığını gördüm, bu bulaşıcıydı sanırım çünkü ben de gülümsemiştim.
"hadi kai, yemeğini bitir ve konsere gidelim."
...
konser başlayalı yarım saat olmuştu ve ortam çok güzeldi. the rose en güzel parçalarını çalarken tek yaptığım soobin hyung'un mimiklerini izlemekti ve bundan zevk alıyordum. ilk defa bu grubu dinlediği açıktı, şarkının hoşuna giden kısımlarında dudaklarını büzüyor, hareketli yerlerinde de ritme uygun olarak başını sallıyordu.
etraftaki birkaç kızın sevinç çığlıkları ve sevgililerin aşk dolu öpücükleri arasında olmak bile umurumuzda değildi, kendimizi şarkıya vermiştik.
şimdi sırada woosung'un face şarkısı vardı, bu şarkıyı seviyordum. soobin de beğenmiş olmalı ki sadece dinlemekten eşlik etme seviyesine geçmişti. gülerek onu izlerken bir anda bana döndü ve elimden tutarak yanına çekti. saçma sapan dans şekilleri sergilerken gülerek onu izliyordum.
won't you come with me 너와 나의 dance
(benimle gel, birlikte dans edelim)hala onun gülümseyen yüzünü izliyordum ama bu sefer ben de hareketlenmeye başlamıştım.
좀 더 가까이 눈을 맞춰볼까떨리는 네 숨 소 리 에
(daha yakından baktım titrek sesine)ben mi yanlış görüyordum yoksa şu an birbirimize daha mı yakındık?
icecream 같은 맛에녹아내리는 끈적한 느낌
(dondurma gibi tadı, eriyen yapışkan bir duygu)서두르지 마 no need to hurry 아직 우린 할 일이 많아
(acele etmene gerek yok, hala yapacak bir sürü şeyimiz var)şu an dudaklarımda hissettiğim sıcak nefesler soobin'e aitti ve ben ölmek üzereydim.
i like your face 빨간 입술 cherry
(yüzünü beğeniyorum, kiraz gibi kırmızı dudakların)i like your taste 빠져들 거 같아
(tadını beğeniyorum, aşık oluyor gibiyim)artık dudaklarımın üzerinde sıcak nefesler yoktu, ıslak bir dudak vardı.
belimde onun ellerini hissederken kendimle savaşıyordum. şu an sevgilisini aldatıyordu ve bunu benimle yapıyordu. ona karşılık verirsem bu beni ne durumuna düşürürdü? ben kötü bir insan mıydım?
tamam, belki. ama aşık olduğum kişi dudaklarımı emerken bunu düşünemiştim ve ellerimi saçlarına atarak ona karşılık verdim. dudakları çok güzeldi, tadını beğenmiştim.
nakarat bittiğinde benden yavaşça ayrıldı ve alnını alnıma yasladı. hâlâ kalp ritimlerimi düzenleyememişken elimi aldı ve kendi kalbinin üzerine koydu. gözlerim kocaman açıldı, kalbi çok hızlıydı. gözlerimi gözlerine çıkarttığımda belimdeki kollarını sıkılaştırdı ve o an etrafımızdaki herkes yok oldu, sadece ikimiz vardık. bu yüzden fısıldadığı cümle kulağımda yankılanıyordu, öyle değil mi?
"aşık oluyor gibiyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
boyfriend, sookai ✓
Fanfictionhueningkai ve beomgyu, hoşlandıkları çocukların birbirleriyle sevgili olduklarını öğrenince onları ayırmak isterler. texting ©rozeixs | 23.09.20 - 02.01.21