"Asil Sır "

127 8 23
                                    

Alnımı dayadığım camdan dışarıya bakarken, sürekli bir sıra halinde dizilmiş ağaçların yeşili başımı döndürüyordu. Rıfkı'nın kontrolünde bindiğimiz lüks araba, ormanlık bir alana girdiğinde gizlemeye çalıştığım merakım dev bir cüsseye yüklenip, ağaçlar arasında koşturmaya başladı. Yol o kadar uzun sürmüştü ki önünden geçtiğimiz çoğu binayı tanımayacak kadar yabancılaşmıştım şehre. Umarsızlığımın yerini garip bir heyecan sardı. Sahiden, içinde bulunmayı dahi hayal etmediğim Lâneye gidiyor olabilir miydik? Etrafın ıssızlığına bakılırsa, belki de çoktan gelmiştik.

''Buradan dönüyorum değil mi efendim? '' dedi Rıfkı, arabayı yavaşlatırken.

''Dön. '' Aynalı garip bir ciddiyet takınmıştı. Bu ciddiyetin altındaki duyguya bir isim vermek istesem sanırım bu panik olurdu. Yolun son on dakikasında, sanki içinden bir şeyleri ezber eder gibi dudaklarını hafif hafif oynatmış ama sesini yalnızca içine duyurmuştu. Rıfkı'nın sağa doğru kıvırdığı direksiyon, Aynalıya derin bir nefes aldırırken, benim ağzımın açılmasına sebep oldu.

Karşımızda dev, sürgülü bir kapı belirdi. Siyah ve korkunç görünümlü bu kapının ötesinde, yalnızca rüzgara eşlik eden ağaçların yaprakları gözüküyordu. İçimi tuhaf bir ürperti sardı. Kaymak gibi yolda, su gibi süzülen araba ani frenle durdu.

Aynalı, ön koltuğa doğru uzandı. Bir şeyi bekler gibi ön camdan kapıyı izledi. Zavallı Rıfkı ve ben akvaryumdan denize düşen balıklar gibi sınırımızı bilmez haldeydik. Nereye kadar yüzeceğiz, yüzecek miyiz, neden yüzmüyoruz bilmiyorduk. Ayrıca Rıfkı'yla hiç konuşmamamıza, tanışmamamıza rağmen çok iyi anlaşıyorduk. Yani bence öyleydi. Rıfkı'ya, Rıfkı demek olmazdı. Rıfkı Amca demek ise onun yaşını kabak gibi ortaya çıkarırdı. Kıyamıyordum. Genç hissetsin diye, Aynalı gibi ben de sadece Rıfkı deme kararı aldım içimden.

Arabanın içine dolan sessizlik, sanki açılmaya başlayan gürültülü kapı içindi. Kapı, tank geçiyormuş gibi yeri göğü inleterek açıldı. Şimdi manzaramızda uzaklardan köpüklü dalgası görünen bir deniz, iki tarafı ağaçlı uzun, çok uzun bir yol ve tüten bacalar vardı. Kafamı iyice eğerek, ön camdaki görüntümü netlemeye çalıştım. Açılan kapıdan orta boylarda, çelimsiz ama oldukça güleç yüzlü bir adam çıktı. Lacivert gömleği üzerinde siyah süveteri vardı. Pantolonunun cebine iki tane pilot kalem asmış, kemerine de telefonunu bağlamıştı. O kadar garip görünüyordu ki, kendi garipliğimin yadırganmayacağı tek yerde olduğuma emindim. Adam koşturarak arabamızın yanına geldi. Aynalı, büyük bir asaletle arabadan indi. Bir dalga peşindeydi ya, bir tek Allah baba biliyordu. Bilmek isteyen bana ise avuç yalamak dışında seçenek kalmıyordu. Aynalı arabadan inince, merakla ben de indim.

Garip adam;

''Kimsiniz? '' diye sordu. ''Ne işiniz var buralarda? ''

''Ali Demir Cevher ben. '' dedi Aynalı, gülümseyerek. Bir eliyle kravatını gevşetirken diğeriyle cebine uzandı. Beni kaçırmaya yeltenmeden önce yokladığım, kaliteli deriden olduğunu daha ilk bakışta anladığım cüzdanını çıkardı. Kimlik gibi bir şey gösterdi. ''Geleceğimden Kazım Beyin haberi var. Sefer Yiğit'in torunuyum. Böyle söylerseniz hatırlayacaktır.''

Ali miydi, Demir miydi, Cevher miydi, Seferin yiğit torunu muydu, Aynalı mıydı, yoksa dalavereci herifin teki miydi? Bu kadar kişiliği taşıyan tek bir kimlik kartının olması haksızlık değil de neydi? Her şey bir yana burası neresiydi? Efsaneye gideceğiz derken en kaba yerlerimle güldüğüm Aynalı, beni haksız çıkarıp kandırmak için böyle ıssız bir yer mi seçmişti?

Adam, bir Aynalının verdiği kimliğe bakıyor, bir de bana bakıyordu.

''Selamünaleyküm abicim. '' dedim, elimi hafifçe havaya kaldırarak.

LÂNEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin