''Misket''

283 17 9
                                    

Bir nisan gecesinde, eski bir varil üzerine kurulmuş iki menekşeyi izleyerek yazı yazmak öyle muhteşem ki. Oturduğum andan beri, bu manzara çok eşsiz diyorum kendime. Bu manzara yazılıp çizilmeli, anlatılmalı sağa sola. Elimin hemen yanında duran kahve fincanımdan usul usul bir duman süzülüyor bahçenin her yanına. Süzülürken de mis gibi bir kokuyu taşıyor yanında. Yazıp, anlatabildim mi? Sana anı yaşatabildim mi inan ki bilemiyorum. Bildiğim tek bir şey var; Artık yalnız değilim. Okuyanlar da benimle... Ben Alçin Lâne. Çok fena bir kadınım. Fena'lık tam olarak nasıl bir şey bilemiyorum ama sanırım göreceli bir kavram olduğuyla ilgili yeterince tecrübe edindim. Ve anladığınız üzere tecrübeler edinecek kadar da büyüdüm. Bu eve geldiğimde o kadar küçüktüm ki, yer elması olduğum rivayetleri dolanıyordu. Ve o kadar küçüktüm ki aklım geride bıraktığım onlarca oyuncağımda kalmıştı... Size bu fena kadının hikayesini anlatmak istiyorum. Ben anlatırken, siz de benimle yaşar gibi hayal edin istiyorum. Çünkü dizlerimdeki yaralar iyileştikçe kanasa da, hayatım gerçekten eşsiz bir kovalamacaydı... Her şey, bir imza gibi cebimde taşıdığım misketlerden birini, sevgili arkadaşım Çiko'ya vermemle başladı.

İki parmağımın ucunda tuttuğum cam misketi, tek gözümü kısarak izlemeye koyuldum. Zevkten dört köşe olmuştum artık. Sağ köşemde sürekli birer ikişer su damlatan boru, ritmine alıştırmıştı beni. Önümde dizilmiş heyecanla misketimi atmamı bekleyen çocuklar, gözlerini tıpkı benim gibi cam küreden ayırmıyorlardı. Rutubet kokusuna inat, derin bir nefes aldım ve eğildim.

''Çiko, arabanla vedalaşmaya başla sen. '' Cesaret dolu gülüşümle birlikte, misketim yerde dizili diğer misketlerle tokuştu ve nihayetinde zafere yürüdü. Çiko'nun arabası artık benimdi. Ona binip sonsuz yollar arşınlayamaz, bilinmez yerlere gidemez, izimi kaybettiremezdim. Benzine ihtiyacı yoktu. Sanayiye gitmesi hiç gerekmezdi. Oto yıkamaların saçma sapan kokuları asılmazdı dikiz aynasına. Kârsız, zararsız bir arabam olmuştu. Üstelik bir polis arabasıydı bu. Geriye hafifçe çektiğinde, ileriye daha hızlı giden bir araba. Çiko'nun oyuncak arabası avuçlarım arasındaydı. Ben sevinçle kahkahalar atarken, kara kuru Çiko köşeye geçmiş, küçük kaşlarını çatmıştı. Asla kilo alamadığı, zavallı anneciğinin tüm gün bir tabakla peşinde koşturduğu ama hep böyle zayıf kaldığı için inatla, kendine son derece tezat olan Çiko ismi verilmişti mahallede Hasan'a.

''Var mı başka kaybetmek isteyen? '' Benim bu yaptığım tam olarak; çocukla çocuk olmaktı. Bir elimi cebime sokup, meydan okur gibi diktim bakışlarımı. Kucaklarında tuttukları oyuncakları ve ceplerine sıkıştırmaya çalıştıkları misketleriyle çocuklar gözlerini kaçırmaya başladılar.

''Anlaşıldı. Bugün yenilmeye doymuşsunuz. E artık önümüzdeki maçlara bakacağız. '' Göz kırpıp, yanıma doğru gelen Ayşe'nin saçlarına uzandım. Okşayıp, öptüm.

Yine ruhum aitlik kazanmıştı şu eski harabede. Yine bir tenekenin içine harladığımız alevle ısınmış, rutubetli duvarlarımıza sarılmıştık. Mahallenin tüm çocuklarıyla geçirdiğim her gece gibi, bu gece de bana arınmak olarak geri döndü. Durdum. Rahatlamış gibi gülümsedim yeniden.

''O zaman gitme vakti. '' dedim, elimi bir kez daha cebime attım. Avucuma dolduğu kadar misketi toparlayıp;

''Hadi bakalım rastgele. '' dedim ve hepsini havaya fırlattım. Çocuklar neşeyle gülüşerek misketlere saldırdılar. Harabeyi terk edene kadar cebime sıkıştırdığım ne kadar misket varsa saçtım yerlere. En son, boynu bükük Çiko'nun kurulduğu kapı ağzına ulaştığımda, yavaşladım. Arka cebime bıraktığım, diğerlerine göre daha büyük olan, içinden kırmızı bir harenin geçtiği, demirden misketi çıkardım. Ellerimi kulağının arkasına götürüp, sanki bir anda peydâh olmuş gibi şaşkınca baktım parmaklarım arasında duran miskete.

LÂNEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin