17: her renge kör kim taehyung

11K 1.2K 784
                                    

jeongguk aynadaki görüntüsüne son bir kez daha baktı.

iyice uzayan, uzadıkça da kıvırcıklaşan saçlarını son zamanlarda hep olduğu gibi başının üstünde küçük bir topuz yapmış, bazı tutamların ensesine dökülmesine izin vermişti. aktığı için maviyle yeşil arası soluk bir renk saç uçlarını boyuyordu. yüzü, buraya geldiği ilk haftadaki solgunluğunu atmış, teni yeniden pürüzsüzleşmişti. ısırmaktan yara yaptığı dudakları artık kabuk kabuk görünmüyordu. aksine, hiç olmadığı kadar yumuşak ve pembe duruyorlardı. iri gözleri giydiklerinin üstünde dolaştı bu sefer. mavi ekoseli balenciaga takımı ve içine giydiği aynı markanın basic siyah tişörtüyle iyi göründüğünü düşündü.

jeongguk, bir ay öncesine kadar çok daha iyi hissediyordu şüphesiz.

pekala, bu bir ayda ne oldu derseniz kısa bir özet geçelim.

bir veda gibi birbirlerine fısıldadıkları
seni seviyorumların, bolca kalp kırıklığının ve karmaşık düşüncelerin ardından jeongguk mutsuz bir şekilde şehri terk etti. ilk günler kendi evinde kalıp biraz kendine zaman ayırmanın iyi olabileceğini düşünmüştü. bilirsiniz, en sevdiği filmleri baştan izler, en sevdiği albümlere eşlik eder ve midesini fast foodla doldururdu.

bunu yapmayı denedi de. yine de hiçbir şey onu düşüncelerinden alıkoyamıyordu. jeongguk artık düşünmek istemiyordu. taehyung'un ona bebeğim derkenki yumuşak ses tonunu, elinin üstündeki dikiş izini ya da ona onu hatırlatan hiçbir şeyi düşünmek istemiyordu. aklına geldikçe gözleri doluyor ve yanlış mı yapıyorum acaba? diye kendini sorgulatıyordu çünkü. sonuçta, tabiri caizse kısa bir ara vermelerini isteyen oydu.

yemek yerken gözleri boşluğa dalıyor, kanepede tembellik yaparken göğsü sıkışıyordu. kimseyle iletişimini tamamen kesmemişti. en yakın arkadaşları ne zaman taehyung'la ilgili bir şey söylese sırf adı geçti diye kalbi tekliyordu. günler öyle zor geçiyordu ki bir an için kararından vazgeçecek gibi oldu. bir an için her şeyi bırakıp taehyung'un kapısını çalacak oldu ama tuttu kendini. zamana ihtiyacı olduğunu biliyordu.

işte bir gün, the ultracheese'e bağırarak ve ağlayarak eşlik ederken kararını verdi: gitmek zorundaydı. bu şehrin her yeri ona onu hatırlatıyordu. gitmek zorundaydı çünkü esen her rüzgar limon kokusunu ona getiriyordu sanki. gitmek zorundaydı çünkü aralarında sadece birkaç kilometre varken o kilometreleri aşamamak kendini kötü hissettiriyordu.

bu yüzden tası tarağı topladı ve daegu'ya, teyzesinin yanına gitti jeongguk. yıllar önce kocasından boşanmış olan teyzesinin büyük bir çiftlik evi vardı. jeongguk oradaki bir ayını bahçe işleriyle uğraşarak, atların bakımını üstlenerek ve havuzda parmakları buruşana dek kalarak geçirdi. öyle sessiz, öyle izole bir yerdi ki burası, jeongguk düşünceleriyle baş başa kalacağını sansa da hiç olmadığı kadar iyi hissediyordu. hâlâ günün her saati onun ne yaptığını tahmin etmeye çalıştığı küçük oyunlar oynuyordu. taehyung gerçekten de uyanmış, şiş gözlerle kendine tost hazırlarken şimdi uyanmıştır kesin, huysuz huysuz bir şeyler yiyordur diyordu jeongguk. oyunu gün boyunca sürüyordu. jeongguk at beslerken taehyung video oyunları oynuyor, jeongguk çilek toplarken taehyung bloguna yazıyordu. günleri birbirlerinden ayrı olduğu için buruk geçerken ikisinin de tek düşünebildiklerinin birbirleri olması ironikti. zaman istemişti jeongguk ve iyi geliyordu da, yine de taehyung'u iç özlemediği kadar özlemesine sebep oluyordu.

birkaç haftanın ardından jeongguk her sabaha geri dönmeye niyetlenerek uyansa da bir türlü cesaretini toplayamıyordu. ya döndüğünde eski taehyung'u bulamazsa, ya taehyung onu istemezse, ya tüm bu süre içinde onu unutmuş ve başka biriyle tanışmışsa?.. jeongguk tüm bunların mantıksız olduğunu bilse de düşünmekten alamıyordu kendini.

𝙗𝙖𝙗𝙮𝙨𝙞𝙩𝙩𝙚𝙧, 𝙩𝙖𝙚𝙠𝙤𝙤𝙠 ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin