3~Seninle Her şey~

112 8 0
                                    

Aşk gözle değil, ruhla görür.
(William Shakespeare)

Her güzel olan aşk hikayesinin bir başlangıcı vardı.. ve her başlangıcın bir sonu...

Artık gitmesi gerekiyordu Ali'nin. Diğer erkekler gibi bir kız ile il kez buluştuğunda yemek yenmesi yada kahve içilmesi gerektiğinin sanırım bilincinde değildi. Yada belki biliyor dahi olsa bu alışık olduğu bir şey değildi. Buna kültür farklılığı diyorduk. Ama Lila bunların hiç birini umursamamıştı. Yalnızca kendisine beni beğendi mi diye soruyordu sürekli..

Sonra bunun olmamasının saçmalık olacağını tekrar ediyordu içinden. Çünkü Lila onun duygularını hissediyordu. Etkilendiğini biliyordu. Öyleyse neden sürekli nasıl göründüğü hakkın da düşünüp duruyordu? Buna bir son vermeliydi... Derin bir nefes aldı.

İkiside masadan kalktıkların da, yarım saat önce birbirlerini görmeye gelen o  iki aynı kişi olmadıklarını biliyorlardı artık. Farklılardı. Farklı ve heyecanlı görünüyorlardı. Sanki yeşermiş, tohum vermek üzereydiler...

Saçlarını kulaklarının arasına koyarken Lila, ona gülümsedi. Ali heyecanlı görünsede duygularını anlamak kolay değildi. Önden gidiyor, attığı her adımına özen gösteriyordu.

Lila da onun arkasından giderek, onun adımlarını takip ediyordu. Çıkışa yöneldiklerinde dışarıya ilk adımlarını attılar.

Acelesi vardı Ali'nin. Arkadaşını havaalanından alması gerektiğini söylemişti. Nasıl hissettiğini bilemiyordu... Hayatını sonsuza kadar geçirmek istediği o kız... Lila olabilir miydi? Kalbinde hissettikleri onu şaşırtmıştı. Daha önce böylesine bir his hiç onun ruhunu ele geçirmemişti. Kendi kendine gülümsüyordu.

Önden önden giderken, arkasını dönerek Lila'ya "Mesaj atacağım.." dedi.

Her adım atışında kafasını geriye atıp kıza bakıyor ve sanki gerçekten var olup olmadığını kontrol ediyordu.

Lila'da gülümsüyordu.
Ona annesinin nerede olduğunu sordu Ali. Çünkü Lila Kıbrıs'a gelmeden bir gün önce Üniversiteye annesi ile gideceğini ona belirtmişti.
Annesi ortalıkta görünmeyince Ali merak etmiş olmalıydı. Onu orada yalnız bırakmayı hiç istememişti.

Lila etrafına bakınırken "Endişelenme, onu bulabilirim.." dedi.
Ali kıza baktı ve yürürken "eğer onu bulamazsan bana söyle, senin için geri geleceğim" diyerek ekledi.
Lila'da ona bakarken ne söylediği ile ilgilenmenin yanı sıra, ayakları yerden kesilmiş bir kız olarak sadece gülümseyerek bir kaç şey geveliyordu. Az çok kendisine söylenen yabancı kelimeleri anlayabiliyordu. Ama henüz ingilizcesi onun ki kadar gelişmemişti.

Bu rüya gibi olan anın ardından Ali arkasını tamamen döndü ve en sonunda gözden kayboldu.Lila ise hissettiği mutluluk ve üzüntü ile bahçede bir kenara oturdu ve derin derin soluklanmaya başladı.

Masmavi gökyüzünde, pamuk gibi beyaz bulutlar, asılı duruyordu havada... güneş yüzüne vuruyor, kuşlar cıvıl cıvıl öterek bir ağaçtan diğerine uçuşuyordu. Öğrenciler ellerinde telefonları yada kollarında arladaşları ile dolanıyorlardı. Aralarından hangisi onun kadar şanslı olabilirdi?
Düşünceler yığın olmuş huzurlu hissetmesine olanak tanımıyorlardı.

Böylesi daha önce başına hiç gelmiyordu.
Ondan etkilenmiş miydi?
Yakışıklı bulmuş muydu onun o sert yüz hatlarını, kumral saçlarını.. Kaşlarını...?
Bu sorulara yanıt ararken annesi İlknur hanım elinde bir kutu kurabiye ve bir dolusu poşet ile çıka gelmişti.

"Nasıl geçti?" Diye sordu,heyecanlı görünüyordu.

Lila gülümsedi. Biraz buruk bir gülümsemeydi bu.
"Sence ben güzel görünüyor muyum?"

Kelebeğin Son Bir GünüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin