Bölüm 3. "Tesettür"

7.7K 604 55
                                    

O gün 2 finalim vardı ve ben baş ağrısından ölüyordum. Ah, migren! Beynimin içinde filler horon tepiyordu. Migren ağrısını anlatacak kelime bulamıyorum. -Bu yazar kardeşinizin gerçekten migreni var. Bu bölümleri yazarken migren krizim "Heey, ben geliyorum!" dediği için karakterinde migreni olurverdi bir anda, mazur görün-

Okulun arka taraflarına doğru yürüdüm. Kendimi zar zor bir masaya attım. Tek istediğim yurda gidip yorganı başıma çekip uyumaktı. Az sonra ayaklı bir gürültünün bana doğru geldiğini farkettim. Kafamı yasladığım masadan kalktığımda bizimkileri gördüm. Mert şöyle bir beni süzdükten sonra, "Çocuklar siz sınıfa gidin en iyisi. Eylül'ün migreni tutmuş yine herhalde. Ben de onu bir revire götüreyim," dedi. Bu çocuk beni anlıyordu işte. Canım arkadaşım ya!

Mert'in eşliğinde revire gittik. Ağrı kesici serumum 15 dakika sonra ufak ufak etkisini göstermeye başlamıştı. Serum bittikten sonra, hemşire kolumdaki intraketi ve serumu çıkarıp kalkmama yardım etti. Tam revirden çıkarken Amine'yle karşılaştık. Şaşkın gözlerle bana baktı, "Yine mi migren?"

Evet anlamında başımı sallayınca, "Allah yardımcın olsun kuzum ya.." dedi. Gülümsememi bir cevap olarak algılayıp yürümeye devam etti. Biraz sonra arkadan, "Aaa, Eylül. Yarın akşam 9'da şiir dinletici var. Benimle birlikte gelmek ister misin? Tabi, şey, iyi olursan. Hem ben de tek gitmemiş olurum.." dedi.

Tek mi? Ensar'la ayrılmışlar mıydı yani? Niye onunla gitmiyordu ki? Soru işaretleri beynimi kemirirken arkaya dönüp, "Çok isterim. Ben sana yarın mesaj atarım," dedim. Anlayışla başını sallayıp gitti.

*

İki sınav da berbat geçmişti. Onun siniriyle kendimi kampüsün dışındaki kafeye nasıl attım hatırlamıyorum bile. Arkadaki boş masalardan birine oturdum. Garson gelip, "Ne istersiniz?" dediğinde içimden "Migrensiz bir hayat," dedim. Garson kıkırdayınca sesli düşündüğümü farkettim.

"Türk kahvesi istiyorum. Sade."

Kahvemi içerken telefonumdan Twitter'ı açıp tweetleri okumaya başladım. Kalktım, hesabı ödedim, yurda doğru yürümeye başladım. Beynimin içindeki fil grubu da olay çıkartmadan dağılmıştı. İyiydim.

Yurda yürürken Amine'ye mesaj attım.

Merhaba canım. Yarın seninle şiir dinletisine geleceğim. Nerede buluşalım?

Amine. Amine dedikçe Ensar aklıma geliyordu. Bir gariplik vardı o çocukta. Benden nefret ediyor gibiydi. Hatta gibisi fazlaydı. Çocuk direkt nefret ediyordu benden. Yani doğru dürüst konuşma fırsatımız dahi olmamasına rağmen ona ne yapmış olabilirdim gerçekten bilmiyordum. Gözleri insanı hipnoz edebilecek kadar güçlü bakıyordu. Hiç göz göze gelmemiştik gerçi.

Yurda gittim, kızlarla bir iki sohbet ettikten sonra yorganı kafama çekip uyudum. Ya da uyumaya çalıştım diyeyim. Daha doğru olacak. Nedense uyku tutmadı bir türlü.. Sabah olmuştu. Ezan okunuyordu. İçim içime sığmıyordu. İçimde bir şeyler beni boğazlıyordu sanki. Nefes alamaz hale gelince üzerime bir eşofman ve tunik geçirdim. Kafama siyah şalımı atıp kendimi odadan dışarı attım. Gerçekten nefes alamayacak haldeydim. Bu saatte nereye gidiyordum ben? Ne yapacağımı bilemeden öylece atıverdim kendimi sokağa. Dört bir taraftan ezan sesleri geliyordu. Öylece yürümeye başladım. Sabahın körü olmasına rağmen sokaklar doluydu. Yurdum Beyazıt'taydı. Turistler mesaiye fazlasıyla erken başlamışlardı anlaşılan.. Öylece sokaklarda dolaştım. Oturacak güzel bir yer aradıysam da bulamadım. Esen rüzgar beni kendime getirdiğinde Eminönü'ne inmiş olduğumu farkettim. Gözüme Yeni Camii çarptı.. Camiinin içine girdiğimde hissettiğim huzur öyle büyük, öyle eşsizdi ki.. Öylece oturdum.. Beyler namaz kılıyordu, kadınlar namaz kılıyordu.. Ben sadece izliyordum. Selam verdiler ve insanlar yavaş yavaş dağılmaya başladı.. Tam çıkmaya niyetlenip yerimden kalkmıştım ki bir el arkadan omzuma dokundu. Amine'ydi bu!

Setr.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin