Bloomsbury Merkezi'nin dörtbin odasındaki elektrikli saatlerin tümü, ikiyi yirmiyedi geçtiğini gösteriyordu. Müdür'ün "Sanayinin arı kovanı," diye adlandırmayı sevdiği merkez, gerçekten de arı kovanı gibi çalışıyordu. Herkes çalışmakta, her şey düzenli bir devinim içindeydi. Mikroskopların altında hışımla kuyruklarını sallayan spermler, kafa üstü, yumurtalara dalıyordu. Döllenen yumurtalar yayılıyor, bölünüyor, eğer bokanovskileştirilmişlerse tomurcuklanıp, ayrı embriyolar halinde sülale gruplarına bölünerek çoğalıyorlardı. Sosyal Belirleme Odası'ndan gelen yürüyen bantlar, homurdanarak zemin kata ulaşıyor ve orada, kızılca karanlık ve boğucu sıcakta, karın zarı yastıklarına kurulmuş ceninler, yapay - kan ve hormonlarla tıka basa doyurulup gelişiyorlar, ya da zehir verilip bodur bir Epsilonluğa mahkûm edilerek eriyip gidiyorlardı. Belli belirsiz bir uğultu ve takırtıyla ilerleyen raflar, gözle görülmez bir biçimde indirgenmiş sonsuzluk haftalarını emekleyerek geçip Şişeden Alım Odası'na ulaştıklarında, henüz şişeden alınmış bebekler, ilk dehşet ve şaşkınlık çığlıklarını atıyorlardı.
Yer altındaki katta dinamolar pırlıyor, asansörler bir aşağı bir yukarı dolanıyordu. Onbir katlık çocuk yuvalarının tamamında beslenme saati gelmişti. Binsekizyüz adet özenle etiketlenmiş bebek, binsekizyüz tane biberondan aynı anda, pastörize edilmiş dış salgılarını emiyorlardı.
Onların üstündeki on katın tamamını oluşturan yatakhanelerde, halen öğleden sonra uykusuna gereksinim duyan küçük erkek ve kız çocukları da herkes kadar meşgullerdi, gerçi bunu bilmiyorlardı, ama uykularında, bilinçsiz bir biçimde, hijyen, sosyallik, sınıf bilinci ve yeni yürümeye başlayanların aşk hayatı derslerini öğreniyorlardı. Onların üzerindeki oyun odalarında ise, hava yağacağa benzediği için, dokuzyüz tane daha büyük çocuk, lego, çamurla model yapma, terlik saklamaca ve erotik oyunlar oynuyordu.
Arı kovanı hareketli, vızır vızır bir neşeyle kaynıyordu. Deney tüplerinin üzerine eğilmiş genç kızlar şen şakrak şarkı söylüyor, Sosyal Belirlemeciler çalışırken ıslık çalıyorlardı. Şişeden Alım Odası'nda boş şişeler üzerine muhteşem şakalar patlatılıyordu! Fakat Henry Foster'la Dölleme Odası'na giren Müdür'ün suratı, odunsu bir ciddiyet ve sertliğe bürünmüştü.
"İbreti alem olsun diye," diyordu. "Bu odada, çünkü burada, Merkez'deki diğer odalardakinden çok daha fazla sayıda üst sınıfa ait çalışan var. Benimle saat iki buçukta burada buluşmasını söyledim."
Henry ikiyüzlü bir cömertlikle, "İşini çok iyi yapıyor," dedi.
"Biliyorum. İşte sana, sert davranmak için başka bir sebep. Entelektüel üstünlüğü, ahlakî sorumlulukları da beraberinde getiriyor. İnsan ne kadar yetenekli olursa, insanları yoldan çıkarma gücü de o kadar büyük oluyor. Birçok insan yoldan çıkacağına, bir tek insan acı çeksin, daha iyi. Meseleyi tarafsızca düşünürseniz siz de anlarsınız ki Mr. Foster, hiçbir suç, davranış bozukluğu kadar bağışlanmaz değildir. Cinayet sadece bireyi öldürür - sonuçta, birey nedir ki?" Elinin tersiyle, sıra sıra mikroskobu, deney tüpünü ve kuluçka makinesini işaret etti. "Kolayca yeni bir birey üretebiliriz -hem de istediğimiz kadar. Uyumsuzluk, bir tek bireyin hayatından çok daha fazlasını tehdit etmektedir; doğrudan, Toplum'un kendisi için bir tehlike oluşturur. Evet Toplum'un kendisi için," diye tekrarladı. "Ah, işte geliyor."
Bernard odaya girmiş, sıra sıra döllendiricinin arasından onlara doğru ilerliyordu. Kaygısız bir kendine güvenden kaynaklanan bir gösteriş havası, sinirliliğini az da olsa gizliyordu. Abes denecek kadar yüksek bir sesle,
"Günaydın, Müdür Bey," dedi. Sonra da hatasını düzeltircesine, son derece yumuşak, cikleyen bir sesle, "Buraya gelip sizinle konuşmamı istemiştiniz," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cesur Yeni Dünya
Science FictionCesur yeni Dünya bizi 'Ford'dan sonra 632 yılına' götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, 'anne...