Park Caddesi Ölecek Hastalar Hastanesi'nin hizmet personeli, seksendört tane kızıl saçlı dişi ve yetmişsekiz tane esmer, uzun kafalı erkek ikizden oluşan iki Bokanovski Grubu'na ayrılmış yüzaltmışiki tane Deltadan oluşuyordu. Saat altıda iş günleri bittiğinde Hastane'nin girişinde toplanırlar ve Nöbetçi İkinci Muhasebeci kendilerine günlük soma haklarını dağıtırdı.
Asansörden çıkan Vahşi, kendini Deltaların tam ortasında buldu. Ama aklı başka yerdeydi -ölümü, üzüntüsünü ve vicdan azabını düşünüyordu; mekanik bir şekilde ne yaptığını bilmeden kalabalığın arasına dalarak omuzlarıyla kendisine yol açtı.
"Kimi itiyorsun sen? Nereye gittiğini sanıyorsun?"
Alçak ve yüksek olmak üzere ayrı bir sürü gırtlaktan yalnızca iki çeşit ses çıkıyor, ya cırlıyor ya da homurdanıyorlardı. Tren vagonları misali dizilmiş aynalardan yansıyormuşçasına sonsuz sayıda tekrarlanan iki surat, biri köse, çilli ve portakal rengi bir hale ile çevrilmiş; diğeri zayıf, iki günlük pis sakallı, gaga burunlu kuş maskesi, hiddetle Vahşi'ye dönüyordu. Sözleri ve kaburgalarında hissettiği dirsek darbeleri, Vahşi'nin dalgınlığını delip geçiyordu. Bir kez daha uyanarak kendini dış gerçeklikle karşı karşıya buldu, etrafına baktı, gördüklerini tanıyordu - derin bir dehşet ve iğrenme hissiyle, günlerini ve gecelerini dolduran bitmek bilmez delilikten, her tarafta kaynayan ayırt edilemez aynılık kâbusundan tanıyordu. İkizler, ikizler... Linda'nın ölümünün üzerinde kurtlar misali kaymıyorlardı. Yine kurtlar, ama bu kez daha iri ve yetişkindiler, üzüntüsüyle pişmanlığının üzerinde sürünüyorlardı. Durup dehşet dolu ve şaşkın gözlerle çevresindeki haki güruha baktı. Tam ortalarında, bir kafa yukarıda dikiliyordu. "Ne kadar çok iyi yürekli yaratık toplanmış burada!" Ezgili sözcükler, Vahşi'yi alaylı biçimde taklit ediyordu. "Ne muhteşem bu insanoğlu! Hey cesur yeni dünya..."
Yüksek bir ses, "Soma dağıtımı!" diye bağırdı. "Sırayla lütfen. Siz ordakiler, acele edin."
Bir kapı açılmış, girişe bir masa ve sandalye çıkarılmıştı. Ses, siyah demirden bir para kutusu taşıyarak içeri giren genç, neşeli bir Alfa'ya aitti. O anı bekleyen ikizlerden keyif mırıltıları yükseldi. Vahşi'yi tamamıyla unuttular. Şimdi dikkatleri, delikanlının masaya koyduğu ve kilidini açmakla uğraştığı siyah para kutusuna yoğunlaşmıştı. Kutunun kapağı açıldı.
Yüzaltmışiki kişi hep birden, havai fişek gösterisi seyrediyormuşcasına, "Oo-oh!" dedi.
Delikanlı, kutudan bir avuç dolusu hap kutusu çıkardı. Kesin bir tonla, "Şimdi, ilerleyin lütfen," dedi. "Sırayla ve itişip kakışmadan."
İkizler sırayla, itişip kakışmadan ilerlediler. Önce iki erkek, bir dişi, sonra iki erkek daha, üç dişi daha...
Vahşi ayakta dikilerek izliyordu. "Hey cesur yeni dünya, Hey cesur yeni dünya..." Beynindeki melodilerin tonu değişmiş gibiydi. Üzüntüsü ve ızdırabıyla alay etmişlerdi, hem de ne iğrenç bir biçimde! Zebaniler gibi kahkaha atarak, sefalete ve kâbusun bulantılı çirkinliğine yoğunlaşmışlardı. Şimdi de aniden askere çağrı borusu çalmaya başladılar. "Hey cesur yeni dünya!" Miranda, güzellik olasılığını duyuruyordu, kâbusu bile güzel ve yüce bir şeye dönüştürebilme olasılığını bildiriyordu. "Hey cesur yeni dünya!" Bir meydan okumaydı bu, bir emirdi.
"İtişmeye hemen son verin!" diye öfke içinde bağırdı muhasebeci. Para kutusunun kapağını küt diye çarptı. "Eğer hemen terbiyenizi takınmazsanız dağıtımı durdururum." Deltalar homurdanıp biraz da itişerek durdular. Tehdit işe yaramıştı. Somadan mahrum kalmak korkunç bir düşünceydi!
Delikanlı, "Şimdi oldu," dedi ve para kutusunu yeniden açtı.
Linda tüm yaşamını köle olarak geçirmiş ve ölmüştü. Diğerleri özgür yaşamalı, dünya güzelleştirilmeliydi. Bir tür diyet, bir görevdi. Vahşi birden ne yapması gerektiğini anladı. Sanki bir panjur kalkmış, perde açılmış ve zihni aydınlanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cesur Yeni Dünya
Science FictionCesur yeni Dünya bizi 'Ford'dan sonra 632 yılına' götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, Özdeşlik, İstikrar" yazan Londra Merkez kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretilirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için, 'anne...