eski model arabamın direksiyonunu sıkıca tutarken aslında ne kadar gerildiğimi fark ettim. radyom bu kez çalışıyordu, ama yine de aklımı kurcalayan düşünceleri müziğin arkasına saklayamıyordum.
rastgele bir yere park ettikten sonra kapıyı açtım ve aşağı indim. derin bir nefes vererek gözlerimi kapadım ve içimden bunun son gelişim olacağına yemin ettim. bundan sonra istemiyordum, zaten dururken bile bacaklarımın titremesine engel olamıyordum.
bana çok tanıdık gelen otelin önünde biraz bakındıktan sonra yavaşça adımlarımı kapısına doğru yönelttim, içeriye girdim. içerisinin loş ışıklı olması ve bomboş olması beni şaşırtmamıştı, direkt olarak asansöre ilerledim. katını bildiğim için girdiğim gibi tuşladım ve asansör çıkarken aynada kendime baktım. kendime bugün o kadar önem vermemiştim, vermem de gerekmiyordu.
istediğim kata geldiğimde asansörden indim ve yavaşça upuzun olan koridoru yürümeye başladım. normalde bu manzara bana ürkütücü veya korkunç gelirdi, bu sefer sadece üzücü ve boş geldi. oraya kadar kaç adım attığımı ezberlemiştim eskiden, ama saymıyordum içimden şimdi. gereksizdi.
duraksadım, bakışlarımı ve vücudumu sola doğru çevirdim ve otel kapısının önünde durdum. nedensizce kapıyı inceledim, üzerindeki numarayı,, 505. anılar aklıma doluştuğunda gözlerimin dolduğunu farkettim, sakinleşmek için biraz bekledim. titreyen elimle kapıyı tıklattım ve arkamdaki duvara yaslandım.
aklıma binlerce düşünce yağmaya başlamışken, o kapıyı açtığında başımı hızla yerden çekip yüzüne bakmıştım. gelmeme şaşırmış olacak ki ifadesinden kafasının karışmış olduğunu anlayabiliyordum. sırtımı duvardan ayırdım ve dikleştirdim, gözlerim hâlâ gözlerindeydi. ama ne söyleyeceğimi bilemiyordum; hata yapan ben değildim, özür dileyemezdim. seni seviyorum veya seni özledim diyemezdim, gururum buna izin vermezdi hiçbir zaman. birkaç saniye daha sessiz kaldığımızda oluşan garip havaya dayanamadım.
"jaehyun bak, ned-"
ne söyleyeceğimi tamamlayamadım, dudağıma değen dudaklar ve birden kollarıma tutunan eller yüzünden. bu anda kalbim fazla hızlı atmaya başlamıştı, ilk başta kapanamayan gözlerimi şimdi daha yeni kapatmıştım. içime yayılmaya başlayan, tam anlam veremediğim bir his tüm vücudumu sarmıştı. ellerini kollarımdan çekip belime doladığında ben de eskiden yaptığım gibi boynuna dolamıştım.
bu ikimizi de hazırlıksız yakalamıştı, ama hiçbir söz söylemeden "seni özlüyorum", "özür dilerim" ve "lütfen beni yeniden sev" diyen bir öpücüktü. otelin koridorlarında, kollarım omzunun etrafında, yani artık söyleyebilirdim benim için aslında ne anlam ifade ettiğini.
seni ne kadar özlediğimi, senin için neler yapabileceğimi, öpücüklerine, dokunuşlarına ne kadar muhtaç olduğumu anlatabilirdim. senden başka birisine aşık olamadığımı, sensiz ne kadar zor zamanlar geçirdiğimi ağlayarak önünde bağırabilirdim. ama bunun yerine sadece bir öpücükle yetinmek istedim, bir öpücükle tüm bu duygularımı, düşüncelerimi anla istedim.
yine seni "hoşçakal" ile uğurlamak zorundaymışım gibi görünüyor.
ama bilmeni istiyorum;
hayalimde yine yerinde uzanmış bekliyor olacaksın,
ellerin bacaklarının arasında, bir gülümsemeyle.-son-

ŞİMDİ OKUDUĞUN
five-oh-five.
Fanfiction⤏jaeyong minific ⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀ ⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀ 505, aynı anda sizi canlı tutan ve öldüren ilişkiyi tanımlamak için kullanılan bir metafor. genellikle aşık olduğunuz kişi için de kullanılır, ancak bu kişi size aslında zarar veriyordur.