unexpected

286 29 19
                                    

neredeyse 6 saattir yağan kar yerde birikmiş, hava ise çoktan kararmıştı. camdan dışarı baktığımda tek gördüğüm manzara karanlık ve onun zıt rengi olan kristal taneleriydi. rüzgâr yüzüme vuruyor, gözlerimi kısmama ve suratımın soğuk hissetmesine sebep oluyordu. bakışlarımı tamamen beyaz kaplamış sokağa odakladım. tek bir sokak lambası aydınlatıyordu ve bir kardan adam vardı. belli belirsiz kıkırdarken içimden söylendim, 'kim bir sokağın ortasına kardan adam yapar ki?'

arkasından yüzünü tam göremediğim birisi çıktığında aklım daha da karışmıştı. ve elinde kocaman bir kar topu vardı, sanırım kardan adamı yalnız kalmasın diye bir tane daha yapacaktı yanına. kendi kendime daha çok güldüm, bu havada ve bu saatte sokakta olan tek kişi o olduğuna emindim.

askılıktan ceketimi aldım ve ayakkabılarımı giyerken üstüme geçirdim, merdivenleri hızlıca indim. ona kendimi farkettirmeden yavaşça kenarda biriken karları çıplak ellerimle toparlayıp bir top haline getirdim. çabuk adımlarla kardan adama yaklaştım ve elimdeki kar topunu fırlattım. onun bakışları bu tarafa dönerken, yaptığı adamın kafası ise yere düşmüştü. dayanamayıp kıkırdadım, ama onun yüzünün ifadesi benimkisinden çok farklıydı. bana kaşlarını çattığını gördüm, elindeki kar topunu bana atmak için hazırlanıyordu. ellerimle yüzümü korumaya çalıştım ve "dur, bekle!" dememe izin vermeden elindekini bana fırlatığında yüzüme gelmediği için rahatladım. adımlarımı geriye doğru attım ve yerden kar toplamaya çalıştım, bir yandan da kendimi koruyordum.

elimdeki kar topunu bu kez kardan adama değil de ona fırlattığımda o da kendini korumuştu. yerde bir şey arıyordu kafası karışmış şekilde. önceden yaptığı kocaman kar topunu eline aldığında açıkçası biraz ürkmüştüm, bu yüzden ellerimle çarpı işareti yaptım ve "hey, hey tamam, abartmıyor musun?" dedim yüzümdeki küçük bir tebessümle.

kaşları hâlâ çatılı bir şekilde elindekini yere bıraktı ve bana yaklaştı. ağzını ve burnunu boynuna dolamış atkısıyla kapattığı için yüzünü fazla göremiyordum ama konuşmadan önce açmıştı.

"abartmak mı? şaheserimi resmen tek atışınla mahvettin, derdin ne senin?"

kendimi gülmemek için zor tutarken ağzımı kapatmıştım. yüzünden sinirli olduğu anlaşılıyordu, ama buna rağmen güzel bir yüzü olduğu kanısına varmıştım.

"şaheserinin daha yüzü veya elleri yok!"

"yıkmasaydın tamamlayacaktım!" bunu yüzündeki minicik tebessümle söylediğinde ben de içimde tuttuğum gülüşü bıraktım.

"zaten o kadar güzel değildi, boşver." sol ayağımla yerdeki karı ezerken başım eğik mırıldandım. ona baktığımda nasıl hissettiğini anlayamadım; kızgın gözükmüyordu, ama üzgün gibi de değildi. sadece.. ifadesizdi.

"seni hiç buralarda görmedim, başka bir yerden misin yoksa?"

başını olumlu salladı.
"buradan birkaç saat uzakta yaşıyorum. ama neresi olduğunu söylemeyeceğim, garip bir insana benziyorsun."

şaka yaptığını anladığımda gözlerimi devirdim.
"bir daha sokağıma kardan adam yapma."

bu sefer yüzünü tamamen görebildiğim için gözlerimi gezdirdim hızlıca. o ise gözlerimin içine bakıp "pekâlâ." dedi ve gülümsedi hafifçe.

yavaş adımlarla aracına ilerlerken kafam karışmıştı. belki de şimdi ona sormak istediğim tonlarca soru vardı ama aptal aklım gidip en basitini, ve en klasiğini sormuştu.

"adın ne peki?"

aracının kapısını kapatmadan önce göz ucuyla bana baktı ve dudaklarını araladı.
"jaehyun."

ondan sonra gözlerim önümden geçip giden arabada takılı kalmıştı. aklım da yüzünde.
o masum gözler, yüzündeki gülümseme sana güvenmeyi gerçekten kolaylaştırıyor.

five-oh-five.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin