[2]

81 17 2
                                    

///

Her şey yirmi dakika kadar sürmüştü ama saatlerce sürmüş gibi hissettiriyordu.

Kimse fırtınanın nasıl bir anda böylesine şiddetlenebileceğine akıl sır erdiremiyordu. Gittikçe birbirine yakınlaşan bulutlar ile neredeyse siyaha dönen ve dakikada birkaç kere şimşekler ile tüyler ürpertici şekilde aydınlanan gök, sanki parçalara ayrılıyormuş gibi hissettiren gök gürültüleri ile sarsılıyordu. Yükselip alçalan, bir ölüm çukuruna dönen denizin tuzlu ve soğuk suları güverteye dolarken tüm mürettebat sırılsıklam olmuştu. Kapana kısılmanın ve hayatlarında ilk defa böylesine çetrefilli, korkunç derecede devasa bir fırtınanın içine düşmenin şokunu atlatamıyorlardı.

Bir köşede, mürettebatın bağırarak birbirlerine verdikleri komutları, endişeli çığırışlarını ve deniz ile gökten gelen ürkütücü sesleri dinleyen Donghyuck, soğuktan ve korkudan titriyor; sağa sola savrulan geminin korkuluklarına sımsıkı sarılmış yaşamayı diliyordu. Fakat buradan sağ çıkmanın imkansız olduğuna neredeyse emindi. Bir yanı bunu katiyen kabullenmiyor, ölüm gerçeğini sindirmeyi reddederek yaşama içgüdüsünü harekete geçiriyordu. Bir yanı ise umutsuz, karamsar ve kasvetli cümleleri kulağına fısıldayarak, bitti, diyordu. Buraya kadarmış.

Gözleri onca karmaşanın içinde, ona seslenen adamı buldu ve yaşamak için tutulan bir dal gibi bu sese tutundu.

"Donghyuck-ah!" Kyungsoo baştan aşağı ıslak şekilde, şiddetli sarsıntı yüzünden geminin bir köşesine fırlamıştı. O da tıpkı genç kamarot gibi korkuluklara tutunmuştu. Yüzü şimşek yüzünden saliselik kadar aydınlandı. "Kamaralardaki kovalar-" diye bağırdı kendisine bakan Donghyuck'a. Sonra bir şeyler söylemeye devam etmişti fakat gök gürültüsü sesini bastırıyordu.

Ama Donghyuck anlamıştı.

Kamaralara giden kapıya en yakın kişi kendisi olduğu için, cesaretini toplayıp aşağı inmeli ve kovaları buraya getirmeliydi. Böylece gittikçe daha fazla biriken suyu dışarı atabilirlerdi. Korkuluğu sımsıkı kavrayan ellerinin eklem yerleri beyazlaşmış ve gücü neredeyse tükenmişti. Savrulma yönünü bir şekilde ayarlayabilirse güverteden aşağı inebilirdi ama bu kaosun ortasında kurduğu plan düşünmek için bile imkansızdı. Hayatında hiç bu kadar kuvvetli bir fırtınayla karşılaşmamıştı.

Güvertede ne varsa havaya uçuyor; korkuluklara, yelken direklerine veya mürettebata çarparak ciddi hasarlar bırakıyordu. Donghyuck denizcilerden birinin üstüne çarpan sandıkla aşağı uçtuğunu gördüğünde kanı donmuş, umutları tamamen sönmüştü. İçinde köklenen yaşama içgüdüsü ile daha fazla bekleyemeden sırılsıklam vücudunu kalkmaya zorladı. Bulunduğu korkuluklara doğru yaklaşan büyük dalganın kendisine çarpmasına izin vermeden kaygan ve ıslak zeminde sürünmeyi andıran koşuşuyla merdivenlere kendini atıverdi.

Fakat su, geminin alt kısımlarını çoktan esir almaya başlamıştı. Sarsıntılar yüzünden eşyalar birbirine girmiş ve dolayısıyla kovalar da olmaları gereken yerden uzaklaşmıştı. Karanlık ve karmaşık kamaraların her bir karışında kovaları ararken mürettebatın umutsuz yardım çığlıkları, omuzlarına ağır yükler bindiriyordu. Adrenaline bulanmış uzuvlarını daha hızlı hareket ettirerek sıradaki kamaraya dalmasıyla geminin yeni bir kavisle sarsılması bir olmuştu.

Ayakları yerden kesilip kafasını sert tavana çarptığında gözleri kararmış, zaman ve mekan anlayışı tuzla buz olmuştu. Havaya fırlamasıyla aynı hızla bu kez yere çakılmış ve ters bir hareket ile yere serilmişti. Bir eliyle kafasını tutarak kalkmaya çalışırken su seviyesinin artmakta olduğunu fark etti. Geminin alt kısımları zarar görmüş olmalıydı. Bu da, güvertedeki suları ne atsalar da batacakları anlamına geliyordu.

"Ölmek istemiyorum, ölmek istemiyorum, ölmek istemiyorum." diye yalvarıyor, başından süzülen kan ile boyanmış yüzünü ellerine gömüp ağlamak istiyordu. Fakat hala yapması gereken bir şey vardı.

Kovaları nihayet bulduğunda kavrayabildiği kadar sapı kavrayıp düşe kalka geldiği yöne döndü ve ölüm korkusuyla aklını kaçıran birkaç kişinin sindiği merdivenleri aşarak güverteye tekrardan çıktı. Şimdi etraf gerçekten savaş alanından bile beterdi. Kan, su ile yıkanıyor olsa da boğazları yırtarcasına koparılan haykırışlar, nihai sona kavuşup soğuk ve kuvvetli dalgalar arasında bir anda kaybolan bedenler, kağıttanmış gibi fırtınalı denizde gittikçe yok olan gemi gövdesi; kandan, kılıçlardan, silahlardan, savaş nâralarından ve ateşli toplardan daha korkunçtu.

Donghyuck var gücüyle kovaları hayatta kalanlara ulaştırmaya çalıştı. Aşçıbaşı Kyungsoo hala yaşıyordu. Kaptan gözden kaybolmuştu. Göz gözü görmezken bir kova kapan herkes yaşamak için suyu dışarı atmaya çalışıyordu.

Ne acınası.

Devasa bir okyanusun ortasında, karıncalardan daha ufak bedenleriyle, parçalara ayrılan gemilerinin içinde yaşamak isteyen bir avuç denizci; ölümden kaçmak için minik kovalarıyla güvertedeki suyu geldiği yere gönderiyordu. Küçük akılları ile boy ölçüştükleri şey deniz miydi, gök müydü, tanrı mıydı? Yoksa yaşama içgüdüsünden başka bir şeye sahip olmayan bu aciz ve fani varlıklar yalnızca yaradılışlarında olanı mı takip ediyordu?

Donghyuck yanıbaşındaki Kyungsoo'ya bağırdı. "Alt kısımlar zarar görmüş! Batıyoruz!"

Kopan şimşek ve gök gürültüleri arasında iyice bastıran dehşetli yağmur ile tuzlu ve tatlı su harmanlanırken güvertenin neredeyse deniz seviyesine indiğini fark etmek çok da zor olmamıştı.  Sonları gelmişti. Artık kurtulmaları için ufacık bir ihtimal dahi yoktu. Bir bot veya filika kullansalar bile bu fırtınadan sağ çıkmak, bu kana susamış dalgaların içinde karaya varmak imkansızdı.

Donghyuck'un kovası rüzgar ile savrulup giderken umut kırıntıları eriyip gitmiş, ölüm dört bir yanını sarmıştı. Son bir şimşek, son bir gök gürültüsü ve son devasa darbe ile bir zamanlar kudretli, güçlü, dalgalara hakim olan gemi denizin avuçları içinde ezilip derin sulara dalmıştı.

Tüm gürültü, çığlıklar, fırtınanın dehşetli sesi, yaşama tutunma arzusu, ölümlü bedenlerin çırpınışları; Donghyuck sertçe suya çarptığı an yok oldu. Sonsuz, dipsiz, koyu, soğuk bir karanlığın içindeydi şimdi. Aşık olduğu, ait olmak istediği yerdeydi. Denizdeydi. Hayatı boyunca karış karış gezmek için yanıp tutuştuğu, her bir damlasına ve zerresine hayranlık duyduğu o eşsiz evrenin ortasında yolunu kaybetmiş ufak bir okyanus balığından farksızdı.

Ciğerleri, zihni, kolları ve bacakları artık kendisine ait değilmiş gibi tamamen suya gömülüyordu. Gözleri önünde akıp giden çocukluğu, ailesi, arkadaşları, uykudan önce kurduğu hayalleri ve denizde geçirdiği saniyeler sonlandığında gerçeklik algısını yitirdi ve kendisini bekleyen bir beyaz ışık yerine karadelik timsali karanlığın içine çekilerek yok oldu.

\\\

ölü denizciler, markhyuckHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin