Bergen / Sen affetsen 🎶" Her hayatın, hesaplaşması gereken bir devranı vardır. "
İnsan her farklı yüzde: farklı bir zata bürünür. İnsan nedir sorusuna, bir anlam katamazsın. Çünkü herkesde bu soru, kendinden çıkan cevaptır. Yani kendisidir. İnsan neyse, karşısındakine de öyle anlam yükler. Yani seni senden eder.Dünyanın içinde bir şeyi temsil ediyoruz.
İnsanlığı ve yaşamı. Bıraktıkları savaşlara, razı gelmiyor, bazen de meyil veriyoruz. Yaralı bir şekilde belli etmeden kimseye, kapının ardında bırakıp çıkıyoruz derdi. Yol ayrı, dağlar ayrı, insanlar dağıtmış hayatı,
kendilerinin olmadığı bir şey için isyan eder olmuşlar. Derman bulup derman olacağımıza, daha çok ıstırap veriyoruz.
Onlarda birbirlerine acıdan başka bir şey vermediler. Yolları akıbetliydi. Boyunları bükük. Zifiri karanlığın ortasında, ay gölgesiyle onlara eşlik ediyordu. Şimşekler, içlerinde çakışan kavgalarıydı. Rüzgar her değdikçe tene, irkliliyorlardı. Günahkar gibi kaçacak yer arıyorlardı. Usulca cahnıraş sözler dökülüyordu ağızlarından. Hırs büyütüyordu bedenlerini. Değişmişlerdi. Aynı kalmamıştı günahlar, daha çok arsızca üzerine eklenmişti. Ne beklentileri vardı gelecekten, ne de umutları.O gün bir can bedenden çıkmıştı. Birinin sonu olmuştu bunca kötülük.
O gün; deli dolu yağan yağmurun altında bıraktılar mutluluğu. Ömürleri yağmura
karışmıştı. Kirli günahlar, paçalarından çamur gibi akıyordu. Bedenleri zangır zangır, bir müzik tınısı gibi elem veriyordu. Onların için de en duygusal şarkılar çalıyordu. Gözler ağıt yakıyordu. Dil keskin bir bıçak, söylenen sözler hançer gibi saplanıyordu. Adı yoktu. Teşhisi konulamazdı. Uzaktan gelen siren sesleri birinin umudu, diğerinin korkusuydu. Yerde sürüklenirken bedeni, yağmur her değdikçe tenine, yaraları acıyordu. Prangalar vuruldu bileklerine. Bir daha hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı belki de. Bundan sonra yaşar mıydı, meçhuldü.Sürüklerken yerdeki sarsılmış bedeni, kendiside ömründen sürükleniyordu. Kalbine ağrı saplandı, nefes alış-verişinde zorluk çekiyordu. Yağmurla birlikte gözyaşları ıslatıyordu kanlı gömleğini. Saçları birbirine dağılmış, kalbinin parçaları her hücresinde geziyordu. Neydi bu şimdi? Sorguluyordu kendini. Dönüp bakmıyordu bile.
Bakarsa eğer, değerse gözlerine gözleri, yeniden açar mıydı zor olan berivanlar?
Yoksa kendi elleriyle mi keserdi kökünden o çiçeği?
Çaresizlik, ağırlık, bitkinlik ve ölüm onlarlaydı.
Dil söylemese de aklı aldatıyordu onu. Bunun farkındaydı. Ama yediremiyordu kendine. Konduramıyordu merhameti, tuttuğu bileğin ucundaki kişiye.Gecenin kasveti dünyaya akarken, ölüm sardı bedenleri. Yanıyorlardı.
Sevdalar artık, başka yare ve dosta meylediyordu. Dünya bu kez yeryüzüyle buluşmuyor, insanların kötü nefsinden kaçıyordu. Ve onlar pişmanlığını dile getirmiyor, karşı cinsinin parçasının içine acıyı yerleştiriyordu. Can verdiği bedende kalmayı seçmiyordu. Bilmediği yollarda yürümeyi seçiyorlardı. Sonunun ne olacaklarını bilmeyerek...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dar-ı Dünya (Düzenliyor.)
General Fiction(Kitap olacaktır.) Kilitlendiği kapının arkasından, "Ben gidiyorum." diye bir ses duydu. Etrafı bir kaç dakika sessizlik bürüdü. Ve o zalim, konuşmaya devam etti. "Bir gün beni affedersin belki, bir başka zaman bir başka yerde." Demişti. Duyduğu ses...