1. Bölüm

8 1 2
                                    

"Hey! Uyuyan güzel, baloya geç kaldın!"
"Anne o güzel o güzel değil ya hem saat kaç ki- Ne!"

Hemen yataktan kalkıp giyinmeye başlamıştım çünkü beş dakika sonra son otobüs geçecekti. Dün kitabı bitirmeye bu kadar hevesli olmasaydım erken yatıp erken kalkabilirdim. Hemen hazırlanıp masalları birbirine karıştıran annemi öpüp dışarı çıktım. Durak hemen ana yolun karşısındaydı. Ben hızlı adımlarla yürürken yukardan koşan en yakın arkadaşım Sinem'i de gördüm o da geç kalmıştı anlaşılan. Otobüsü aşağıdan dönerken gördüm kesin yetişemeyecektim, koşamaya başladım. Asfalttan hızla geçerken bir ses duydum arkamı döndüğümde proje ödevim çantamdan düşmüştü. Onu ordan almalıydım. Hızla geri dönüp elimi kağıtlara uzattım ama tutamadım... Son duyduğum Sinem'in ' İlkay!' diyerek adımı haykırması ve bir arabanın ani freninin çığlığıydı.

••••••••••

Gözümü açtığımda hastane odasındaydım ve yanımda annem vardı. Kaza geçirmişim ve iki gün uyumuşum gerçi benim için çok değil beni bıraksalar ben normalde de iki gün uyurum ama bu kontrol içinmiş. Kazadan yara almasam da uyutmuşlar. 'Muşlar' diyorum çünkü üzerinden bir hafta geçti ve ben yine okula gitmek için hazırlanıyorum. Aşağı inip annemle birlikte güzel bir kahvaltı ettikten sonra;
"Anne ben gideyim geç kalacağım yoksa."
"Tamam beni de bekle!"
Annem artık bana durağa kadar eşlik ediyordu. Kazadan sonra vicdan azabı çektiğini söylemişti o yüzden yanımda geliyormuş. Aslında gerek yoktu. Annemle birlikte durağa doğru yürüyorduk.
"Şu saçları upuzun olan kız arkadaşın nerde hani baloda ayakkabısını düşüren prenses gibi?"
"Anne saçı uzun olan Rapunzel ayakkabıyı düşüren de kül kedisi neden şu değerli masalları hep karıştırıyorsun?"
"Aman onların neresi değerli saçma sapan masallar! Elini sallayarak devam etti. Onları değerli kılan biziz, somutlaştıran, anlatıp yazıp filmini çekip; onlara anlam yükleyip anlamlaştıran bizleriz. İnanıp değerli yapan biziz tatlım." Hiç bu açıdan düşünmemiştim. Bu arada annemin bahsettiği arkadaşım Sinem de koşarak bize doğru geliyordu geç kalmaktan kıl payı kurtulmuştu çünkü otobüs de durağa gelmişti.

Yine her zamanki gibi sıkıcı bir gündü ama birazdan değişecekti. Beden hocamız Betül hoca teneffüste gelip hafta sonu ormanda iki gece üç gün kamp yapacağımızı bunun için isim toplamamız gerektiğini söyledi. Sinem'le çok heyecanlandık çünkü daha önce hiç kampa ya da geziye gitmemiştik bu yüzden hemen isimlerimizi yazdırdık.

••••••••••

"Hey biraz bana yer aç sıkışıp kaldım burda!"
"Zaten benim koltuğumun yarısını sen kullanıyorsun daha nasıl yer açayım Sinem! Süblimleşmemi mi istersin!"
"Abart hemen İlkay!"
Otobüsle kamp alanına gidiyorduk. Her zamanki gibi yanımda Sinem ve onun yastıkları vardı, onlarsız uyuyamazmış. On beş yaşındaki bir bebekti. Kamp yapacağımız ormana vardığımızda havanın kokusu beni mest etti. Sanki ciğerlerim yenileniyor gibiydi. Bu kampın bana iyi geleceğinden emin olmuştum. Hocamızla kamp alanına yürürken - baya yürümüştük-  büyük, devasa bir ağaca denk geldik. Hoca;
"Arkadaşlar bu ağaç sıradan bir ağaç değil yaşı yaklaşık bin hatta daha fazla olduğu düşünülüyor ve yıldırım düşmesi sonucu içinin yandığı ki arkasına geçince o açıklığı rahatça görebilirsiniz..."
Arkasına geçtiğimde şok oldum içi tamamen yanmıştı büyük bir oda gibiydi ancak buna rağmen büyük dallarında yemyeşil yaprakları vardı. Hocayı dinlemeye devam ettim. "Bu büyük yaraya rağmen hala yaşıyor oluşu insanı şaşırtıyor. Buradaki yerliler yani yaşlı kesim bu durumu bir efsaneyle açıklıyor. Çok eskiden kuraklık olduğunda bu büyük ağacın etrafına toplanarak tanrıya dua ederlermiş  ve çok geçmeden yağmur yağarmış. Ve burayı kutsal kabul etmişler. Teşekkür maiyetinde de buraya ağaçlar dikmişler orman haline getirmişler ve yağmur yağsa da yapmasa da buraya gelip dua etmeye devam etmişler. Zaman geçmeden bu ağaç efsaneleşmiş ve buraya gelip dua edenler için bir kapı açıldığı ve başka bir dünyaya geçildiği söylenmiş. Efsaneye inananlar buraya akın etmeye başlamış, kalabalıklaşıp ormana zarar vermeye başlamışlar. Ve bir akşam yağmurlu bir havada yıldırım düşmüş ve alev alev yanmaya başlamış. Ateşten korkan insanlar buradan kaçmış ve bir daha da geri gelmemiş. Ağaç yansa da etrafa, ormana bir şey olmamış. Ormanı koruduğu düşünülen bu ağacın hala zamanında edilen dualar sayesinde yaşadığını söylüyorlar. Ama artık yandığı için kimse buraya gelmiyor ve hikayesi de tamamen unutulmuş. Geriye böyle bir efsane kalmış..." Vay anasını be...

Kamp alanına gelmiş çoktan çadırları kurmuştuk bile. Hatta Sinem yastıklarını dizmeyi bile bitirmişti. Geriye olmazsa olmaz ateş kalmıştı onun için de hoca bizden çok uzaklaşmamak şartıyla çalı çırpı toplamamızı istedi. Sinem'le beraber toplamaya başladık. Ayaklarımızın altındaki yaprakların çatırdama seslerini sevmiştim. Hafif rüzgar vardı ve hava kararmaya başlamıştı. Çok geçmeden Sinem'in kucağı dolmuştu.
"Ben şunları bırakıp geliyorum hemen beni bekle."
"Tamam git." Sinem gittikten sonra dal toplamaya devam ettim ama bir türlü yanıma gelmedi. Tam geri dönecekken bir ses duydum. Gerçi ses mi fısıltı mı belli değildi. Ses o büyük ağacın ordan geliyordu. Buraya nasıl geldiğimi bile anlamamıştım. Ağaca iyice yaklaştım fısıltı daha da arttı hatta çoğaldı. İçindeki boşluktan geliyor gibiydi. Kucağımdaki çalıları yere bıraktım kafamı büyük karanlık kovuğun içine kadar soktum, sanki biri bir şey demeye çalışıyordu. Kulak verdim, anlamaya çalışıyordum. Daha da eğildim. Kalp atışlarımla fısıltılar karışıyordu birden içim ürperdi ve hocanın anlattığı efsane aklıma geldi. O anda fısıltılar durdu. Rüzgar kesildi. Nabzımı kulaklarımda duyabiliyordum...
"Hoş geldin!"
"Ne- hiii-!"
Ayaklarım yerden kesildi ve o ağacın içindeki zifiri karanlığın içine yuvarlandım...

...

KOVUK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin