Tenine nefes gibi dokunmuştu o günün serin, tedirgin havası; adımları yalpalayan, gecikmemek uğruna elinden geleni yapan gencin. Nemli saçlarını hırçın kışın aziz rüzgârı dağıtmıştı. İnsanlara çarpmamak onun için hiç önemli değildi o an, onun için önemli olan annesi ile kendisinin tek geçim kaynağı olan işiydi. Basın bürosuna girdiğinde sırtını duvara yaslayarak derin bir nefes almıştı. Alnından süzülen ter, kirli yüzünü dolaşarak tahta parke üzerinde iz bırakıyordu. Yorgun gözlerini yanında biten ayakların sahibine çevirdi. Büronun sahibi. Genç sırtını dikleştirmişti. Kafası önüne eğikti.
"Geç kaldığım için özür dilerim efendim."
Saçlarına ak düşmüş adam, çatık kaşlarını yumuşattı. Gencin omzuna elini yerleştirdi.
"Bir dahaki sefere olmasın."
Kafasını onaylar bir şekilde salladı ve hazır dizilmiş olan gazeteleri sırtladı. Bu işle büyümüştü. Daha okuma yazma bilmezken, elleri; gazeteleri bağlayan ipten nasır tutmuştu. Acelesi yüzünden fark etmediği mürekkebin yağlı kokusu, ciğerlerini doldurdu. Çocukluğundan bir esintiye sebep olan koku ile ayrıldı bürodan. Her gün insanlara sesini duyurduğu meydana yürüdü yavaşça. Pencerelerden yansımasını izledi, rüzgarın melodisini dinledi, meydana çıktığında müşterilerin gelmesini bekledi. Etrafında akıp giden insanlara uzatıyordu ekmek parasını, belki bakıp alırlar diye direniyordu. O anda her zamanki yüzlerden biri yaklaştı gencin yanına;
"Günaydın genç adam! Bana bir gazete uzatır mısın?"
"Tabii Bay Ayers, buyurun."
Genç iplerden kurtardığı gazetelerinden birini adama uzattı. Gazeteyi alan adam arkasını dönüp uzaklaşırken, tekrardan yalnız kalmıştı. Yerinden ayrılamadığı, meydanı dolaştı gözleri ile. Her insanın yüzüne yerleşmiş, maske edasıyla bir gülümseme vardı. Kabarık elbiseli kadınlar, takım giyen erkekler her birinin sohbetinin sonunda yayılan kahkahalar hakimdi havaya. Keşke diye düşünürken genç, hafif bir melodi sardı meydanı. Kısık sesi duymak için sessizleşmişti kahkahalar. Sonra ise artan müzik beraberinde koşuşturan adımlarla, duyulan çığlıklar.
"Gezgin bir sirk bu!"
"Gelen arabaları gördün mü? Çok kalabalık gibi duruyorlar!"
Boşalan meydan sessizleşmişti. Sirkten yayılan melodi hala etrafta yankılanıyordu, genç yavaşça gazete yığının üzerine oturdu. Karnı acıkmaya başlamıştı, midesini sızlatan hissi düşünmemeye çalışıyordu. En kötü ihtimal şu ana kadar birkaç gazete daha satabilirdim diye düşünürken, sıradan bir günde anlık renklenmenin insanların nasıl bu denli dikkatini çekebildiğini düşünüyordu. Bazıları o günün sonunda karnını nasıl doyuracağını düşünürken, bazıları ise o gün nasıl eğlenebileceğini düşünüyordu. Acımasızlık.
Gün rengini iyicene açarken. Gencin yanına çıraklardan biri gelmişti. Ona gündeminde olan yeni basımları verip ortadan kaybolmuştu. Tepeden yayılan aydınlık, kesesini de aydınlatmıştı. Sirki merak eden insan kalabalığı etrafını doldurmuş, aç avcıları andıran bir hırsla, hışımla gazeteleri çekiyorlardı. Gazeteler sonuna ulaştığı sırada, savaş alanında beyaz bayrak çekilmişti. Böyle izdihamları çok nadir yaşardı ve her seferinde günün sonunda bitik düşerdi. Neydi insanların bu aşırı merakı? Eğlence arzusu?
Üzerine ki tişörtün uzun kolunu aşağı çekip, alnına götürdü. Yorgunluğu süzülüyordu alnından. Gözlerini kapattığı sırada birisine çarptı. Bir dakika öncesine kadar görüş alanında olmayan birine. Kafasını yere eğen genç özürlerini sundu karşısın da ki bedene, bedenin sahibi ise sessizdi. Gencin gözleri karşısındakinin ayakkabılarını görüyordu sadece. Parlak, deri ayakkabılar. Elinde ise bir baston tutuyordu Abanoz ağacı olmalıydı ki cilası resmen insanın gözünü alıyordu. Sessizliğin devamında genç kafasını kaldırdı. Karşısın da ki adam ona bir mendil uzatıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyah Lavanta || Taekook
General FictionÇocukların kahkahaları, ebeveynlerin hayran dolu bakışları; Tek nefeste birleşiyor. Upuzun, gizem dolu gösteriye renk katıyor. Her masalın bittiği yerde; yanar spot ışıkları, duyulur onun topuklarının tıkırtıları. Önce şapkasını çıkarır ve hafifçe...