plaza de la alianza

47 8 4
                                    

orada geceyi eski bir tanıdığın amcasında geçirdim. ertesi sabah Sevilla'ya uçtum. onu bulacağıma güvenemezdim; olasılığın yaklaşık Holmenkollen'deki kadar olduğunu tahmin ediyordum. ve hepsi bu kadar değildi. eğer ona Sevilla'da rastlayamazsam -yüz yüze demek istiyorum- en azından onun kısa süre önce orada olduğunu biliyordum, örneğin Fas seyahatinden önce. ayrıca Portakal Ülkesi'ni yaşayabilecektim ve onun içine çektiği ekşimsi portakal kokusunu içime çekebilecektim, onun gittiği sokaklarda yürüyecek, belki onun oturduğu aynı bankta oturacaktım. sadece bu sebep, bu seyahat için yeterliydi.
ayrıca arkasında bıraktığı önemli izleri bulabilmek imkânsız değildi, örneğin bu portakal bahçesinde, tabii beni içeri bırakmaları şartıyla. bu kutsal yerde mutlaka hendekler, saldırgan köpekler ve sıkı bir gözetimin olduğunu düşünüyordum.

ama Sevilla'ya geldikten yarım saat sonra portakal bahçesinde gezebiliyordum bile. Sevilla'nın büyük katedralinin arkasında kalmıştı ve güzel, çevresi duvarla çevrili bir bahçeydi, neredeyse örnek bir tesis gibiydi. neyse, bir sürü ağaç olgun meyveleriyle sıra sıra duruyorlardı orada. ama o görünmüyordu. belki kısa bir süre için şehre gitmişti. mutlaka yakında tekrar burada olacaktı..

mantıklı bir şekilde düşünmeye çalışıyordum. kendime, onu hemen bulamayacağımı, belki de ilk birkaç gün onu göremeyeceğimi söylemeye çalışıyordum. bu yüzden portakal bahçesinde sadece üç saat kaldım. ama giderken garanti olsun diye bahçenin ortasındaki eski fıskiyeye bir kağıt bıraktım. şöyle yazdım: ben de seni düşünüyorum. hayır, birazcık bile bekleyemem. bu kağıdın üzerine küçük bir taş koydum.

ismimle imzalamadım, kağıdın kim için olduğunu bile yazmadım üzerine, ama benim yüzümü gösteren küçük bir çizim ekledim. kesinlikle benimle bir benzerliği yoktu, ama onun kağıdı bulduğunda çizimin kimi anlattığını anlayacağına emindim. mutlaka yakında buraya geri gelecekti. kesinlikle zaman zaman postasını almak için geliyordu.

kağıdı taşın altına koyduktan bir saat sonra ve tekrar şehre giderken belki de korkunç bir hata yaptığımı telaşla fark ettim.
şöyle demişti: altı ay beklemeyi başarmak zorundasın. eğer bu kadar bekleyebilirsen tekrar görüşebiliriz.
neden bu kadar uzun beklemek zorunda olduğumu sorduğumda basitçe cevap vermişti: beklemek zorunda olduğun süre bu kadar uzun olduğu için. ama bunu başarabilirsen ondan sonraki altı ayda her gün görüşebiliriz.

kurallara uymamıştım. altı ay dayanamamıştım. ve bu yüzden şimdi gelecek altı ayda her gün görüşebileceğimize dair sözü geçerli değildi artık.

bizim resmi anlaşmamızı anlamak çok basitti, ama ona uymak korkunç zordu. ama bütün masalların kendi kuralları vardır, evet, belki de bir masalı diğerlerinden ayıran, kurallardır. bu kuralları anlamak hiçbir zaman gerekli değildir. onlara sadece uymak zorundadır insan. yoksa, sözler gerçekleşmez.

niçin Külkedisi saray balosunu gece yarısından önce terk etmek zorundaydı? hiç bilgim yok ve Külkedisi de kesinlikle bilmiyordu. ama eğer insan büyü ve sihir yardımıyla harika rüyalar ülkesine ulaştıysa böyle sorular sormamalı. o zaman sadece şartları kabul etmek zorunda, ne kadar anlaşılmaz olursa olsunlar. Külkedisi prense ulaşmak istiyorsa, o zaman tam on ikiden önce balodan ayrılmak zorundadır. bu kadar basit, bu kadar kesin, kurallara uymak zorunda işte. uymazsa, balo elbisesini kaybeder ve fayton bir balkabağına dönüşür. işte o da, gece yarısı evde olmaya çalışır ve kıl payı başarır, sadece yolda bir ayakkabısını düşürür. gariptir ki bu ayakkabı, sonunda prense onu bulmasında yardımcı olur. çünkü kötü üvey kardeşler kurallara uymamışlardır ve acı bir şekilde cezalarını çekmek zorundadırlar.

ama bu masalda başka kurallar geçerli. eğer onu üç kere, kollarında portakal dolu büyük bir kesekağıdıyla görseydim o bana ait olacaktı. ama onu Noel akşamı görmek zorundaydım ve belki bundan da fazlası, tam Noel çanlarının çaldığı dakikada onun gözlerinin içine bakmak zorundaydım ve aynı zamanda büyülü gümüş bilekliğine dokunmak zorundaydım. niçin diye sorma, ama kurallar böyleydi.
eğer son ve en önemli sınavı başaramasaydım, yani altı ay ondan uzak durmayı, o zaman bütün çabalarım boşa gidecekti ve her şey kaybedilecekti.

orange + green.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin