güzel noeller, lee jeno

45 8 5
                                    

ve şimdi, birdenbire Corso Caddesi yönünden boş bir taksi geliyor. o sağ kolunu kaldırıyor, araba duruyor, oraya doğru koşuyor..

büyü biteceği için gece yarısından önce saraydaki baloyu terk etmek zorunda olan Külkedisi'ni düşünüyorum. sonradan sarayın balkonunda tek başına duran prensi düşünüyorum, terk edilmiş.

ama bunu hesaba katmış olmalıydım. tabii ki Noel çanları çalarken o evde olmalıydı. çünkü kurallar bunu gerektiriyordu. eğer Noel çalındıysa onun gibiler artık sokaklarda dolaşmazlar. yoksa çanların çalınmasının başka ne anlamı olabilirdi? kilise çanları herkesin onun gibiler tarafından büyülenmelerini önlemeliler, değil mi? saat neredeyse beşti ve ben yakında bu caddenin tanrının unuttuğu ucunda neredeyse yapayalnız kalacaktım.

acele düşündüm. onun beni hiçbir zaman unutamamasını sağlayacak bir şey söylemek veya yapmak için sadece bir saniyem vardı.

adresini sorabilirdim. aynı yöne gitmek isteyip istemediğimizi sorabilirdim. veya çabucak on kilo portakal için yüz euro sayabilirdim, buna verdiğim zahmet için otuz euro dahil ederek. gerçekten indirimli alıp almadığını bilemezdim ki. merakımı gidermek için en azından neden habire o miktarlarda portakal stokladığını sorabilirdim. yiyecek maddelerini stoklamak alışılmadık bir şey olduğu için değil. ama neden portakal? neden elma ya da muz değil?

bu bir saniye içinde tekrar Grönland buzullarındaki yürüyüşü, Flaminia'daki büyük aileyi, kovalarca portakal puding servis edilen sömestr bitiş partisini ve o küçük çocuğu, daha iki hafta önce sosyoloji bölümünde sınavlarını bitiren ve bir ay önce genç kızlar grubu "şık ve kibar"ın başkanlığına seçilmiş olan annesinin kollarındaki çocuğu düşünüyorum. bu sefer o gürültülü çocuk yuvasına uğrayamayı başarabileceğimi sanmıyorum. oradaki çocuklar beni sinir etti.

ama doğru kelimeleri bulamıyorum, seçenekler çok fazla. bu yüzden arabaya binerken sadece bağırıyorum: "sanırım seni seviyorum!"
bu gerçekten doğruydu, ama söyler söylemez pişman olmuştum.

o sırada taksi hareket ediyordu. ama binmemişti. kararını değiştirmişti. yavaşça tekrar bana doğru geliyor, zarifçe elini benim elimin içine koyuyor, neredeyse son beş yıl boyunca birbirimizin elini tutmaktan başka bir şey yapmamışız gibi, yürümeye devam etmeliyiz anlamında başını sallıyor. sonra bana bakıyor ve şöyle diyor: "bir taksi daha gelirse binmek zorundayım. bekleniyorum."

evet, tabii, bir kız ve bir sevgi yumağı bebek tarafından, diye düşünüyorum. veya bir anne ve baba tarafından, baba kesinlikle papaz -ve belki de şimdi ayini yönetti- buna ek olarak dört kız kardeş ve iki erkek kardeş var ve şimdi bir de küçük bir köpek yaşıyor evde, en küçük erkek kardeşinin zorla aldırdığı köpek. veya belki de suratsız bir kutup gezgini itina ile paketlenmiş kutup eldivenleriyle bekliyordur onu. Noel ağacının altında sıcak tutan giysiler, kar tabakları, kayak yağı ve bir Eskimoca-İtalyanca sözlük de var. tabii ki o bu akşam sömestr bitiş partisine gitmeyecek. bu akşam çocuk yuvasından izinli.

"ve yakında Noel çanları çalacak" diyorum. "değil mi? Noel çanları çalarken sen şehirde olmamalısın."

buna cevap vermiyor, sadece kuvvetli ve sevecen bir şekilde elimi sıkıyor ve biz yerçekimi olmadan uzayda süzülür gibiyiz, galaksiler ve tüm evren bize aitmiş gibi.

Tarih Müzesi'ni geçtik ve Saray Parkı'na ulaştık. her an bir taksi gelebileceğini biliyorum. kilise çanlarının yakında Noel kutlamasını haber vereceklerini biliyorum.

duruyorum ve önüne geçiyorum. dikkatlice nemli saçlarını okşuyorum, parmaklarımı bileğindeki gümüş bileklik üzerine koyuyorum. buz gibi, ama benim bütün vücudumu ısıtıyor.
ona gerçekten dokunabiliyorum.

orange + green.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin