second time

355 37 6
                                    

*

Kış mevsimi Londra'yı sararken takvimler, 1 Şubat'ı gösteriyordu. Michael, soğuk havayı sıcaktan daha çok sevdiği için bu durumdan memnundu. Yağmur, rüzgar ve boğuk havalar onun ruhunu temsil ediyordu.

Greenwich Üniversite'sinde Sosyoloji okuyordu. Finallerinin bitmesiyle yirmi günlük bir tatile girmişti ve film geceleri yapmak için sabırsızlanıyordu. Saatin kaç olduğunu önemsemeden üstüne yağmurluğunu geçirdi ve vanslarını giymeden önce kendine beyaz çoraplar seçti. 

Aksanı giderek İngiltere'ye alışıyordu ve alışverişlerde sıkıntı çekmez hale gelmişti. Michael, burayı ve havasını ne kadar sevse de okulunu bitirip ülkesine dönmek için gün sayıyordu. Daha ilk senesiydi ama sonuçta dört sene çok da uzun değildi. 

İki sokak sonrasında karşısına tanıdık market çıkınca oraya doğru koşturdu. Yağmur hararetli bir şekilde yağıyordu. Bu sıralar buna alışmak zorundaydı. Oluşan küçük göletlere girip ıslanmadan markete ulaştığında derin bir nefes aldı. 

Evdeki kahve ve bira stoğunun bitmesiyle 
bu gezinti bahane olmuştu. Arka reyonlara doğru ilerlerken saç boyalarının olduğu yerden geçti. Siyaha boyadığı saçlarını düzelterek gülümsedi. Yaza doğru Avustralya'ya döndüğünde tekrar boyamak istiyordu. Gözü donmuş pizzalara takıldığında karnı ezildi. Sahi, kaç saattir walking dead maratonu yapıyordu?   

Zombi izlemekten acıktığını dahi fark etmemişti. Boşta duran market arabasını kapıp önüne çektiğinde kollarına doldurduğu malzemeleri içine boşalttı. Peynir reyonunda geçen sefer hangisini aldığını hatırlamaya çalışırken bir şey ona çarptı. Market arabası gürültüyle açık buz dolabına çarptığında Michael, kafasını eğildiği yerden kaldırdı. 

Mavi gözleri kan çanağı gibi olan, düz kahverengi saçlarını da havaya kaldırmış kendi yaşıtında biri karşısındaydı. Michael, içinden düşündü.

Çocuğun ingiliz olduğu kıvırdığı paçalarından belliydi. Kendi arabasına çarptığı arabada; bol miktarda prezervatif, balonlar ve renkli maskeler duruyordu. Michael, karşısındaki çocuğun aldığı şeyleri incelemeyi kesip özrünü beklerken çocuk yutkundu. 

"Çarptığım için üzgünüm," dedi ve Michael'ın yanından geçmek için arabasının hakimiyetini boş olan tarafa çevirdi. 

"Önemli değil." 

Michael'ın cevap vermesiyle çocuğun gözleri kısıldı. Yabancı olduğunu fark etmiş gibiydi. Louis, tam lafına başlayacakken arkadan yoğun aksanlı ses ikisini de böldü.

"Lou, her şey tamam mı?" 

Harry'nin sesi büyük markete bomba gibi düşerken Michael olanları sadece izliyordu. Çünkü yan reyondan çıkan çocuğun gelişi, rüya gibiydi. Siyah kotunun altına giydiği eskimiş beyaz conversler onu küçük gösteriyordu. Kotuyla aynı renk tişörtünün üzerinde beyaz çizgilerle 'Hipsta Please' yazıyordu. 

Michael alayla gülümsedi. 

İngiliz gençlerin hepsi mi hipster olmak zorundaydı? 

Harry, Lou'nun yanındaki Michael'ı birden alıcı gözle süzmeye başladı. En yakın arkadaşıyla iletişim kuran bu yabancıyı merak etmişti. Kendini tutamadı ve umursamıyormuş gibi davranmaya çalıştı. 

"Arkadaşın kim, Lou?" dedi ve iki adımda yanlarına vardı.

Louis, ufak bir çarpışmanın bu kadar  genişleyeceğini düşünmemişti. 

don't let me go :: mirry stiffordHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin