Koşuyordum.
Altımdaki çamurlu toprağa ve önümü kesen uzun dallara aldırmadan koşuyordum.
Ay ışığı bir adım sonrasını bana zar zor gösterirken hiç durmadan koşuyordum.
Selvi ağaçlarının karanlık yaprakları arasında çaresizce bir çıkış yolu ararken görüş açımı kaplayan bir gölge fark ettim. Sis halindeki toz bulutunu bir insana benzetirken hızımı alamayıp gölgenin içine doğru koşmaya devam ettim.
Ellerim sis dalgasına tutunmak için hazırlanırken çıplak ayaklarım bir çukura girdi ve başımı sert bir cisme çarptım.
~
Harry, sabah saat sekiz sularında fıstık yeşili yatağından ter içinde fırladığında başı fırıldak gibi dönüyordu. Şakaklarına giren ağrı ve midesine saplanan kramplar o kadar acıtıcıydı ki oturduğu yerde bile dengede duramıyordu.
Beyaz, ütüsüz çarşafı parmaklarıyla yırtmak istercesine sıkarken gözleri kaydı ve omurgası onu yastığına yönlendirdi.
Tekrar gözlerini açabildiğinde annesi çoktan işten dönmüş, akşam yemeği için kendini mutfağa kapatmıştı. Güneş ölmek için mezarını ararken Harry her şeyi hatırladı.
Michael'ı, ilk tanışmalarını, ikinciyi, üçüncüyü ve dördüncüyü.
Hepsini en ince ayrıntısına kadar hatırlıyordu. Neden her seferinde unutmuş olduğunu bilmiyordu ama işler ilk defa garipleşmiş ve Harry, ona Harold diye seslenen ilk insanın Michael olduğundan emin olmuştu.
Sol elindeki orta parmağını süsleyen metal yüzüğü dudaklarına götürdü ve beyninin en gizli odalarındaki arşiv patlayarak kül oldu. Onu bir daha unutmak istemiyordu.
O, geçmişi bilmeden dört kez aşık olduğu adamdı.
O, Michael Clifford'dı.
Ağzına yayılan kan tadını umursamadan altına siyah eşofmanını geçirirken dağınık odasının içinde omuzlarını koruması için deri ceketini buldu. Konu giyinmek olunca, Harry tam bir hayal kırıklığıydı.
Daha dün aldığı altın rengi botlarını da ikinci kez düşünmeden giyerken nereye gittiğini unutmuş gibiydi.
Harry, iki saat kadar Londra'nın bildiği tüm mekanlarına ve barlarına girip çıkıp kendini her saniye daha rezil ederken Michael'ın Louis ile tanıştığı markete doğru ilerledi.
Havanın soğuması ve sokak lambalarının yanmaya başlamasıyla Harry umutsuzca marketin önünde dikiliyor ve önüne gelen taşları savuruyordu.
Hızlı geçen bir taksi yerdeki su birikintisinin yarısı Harry'e boca ederken Harry, sürücüye kısık sesle küfürler yağdırdı. Taksi köşe başında durduğunda elleri cebinde ve sinirle arabayı izliyordu. Nefesiyle beraber ağzından çıkan dumanla eğlenirken gözleri, koyu mavi saçlara takıldı.
Dirseğe kadar uzanan bileklikler ve diğer kolundaki dövme Harry'e doğru insanı betimlerken su yeşili gözler, zümrüt yeşiline ev sahipliği yaptı. Harry, Michael'ı gördüğünden emin olduktan sonra koşarak caddenin karşısına geçti ve gri apartmanın önünde durdu.
Siyah dar pantolonu ve kot ceketi ile Paris moda haftasından fırlamış gibi duran Michael'ın yanında fazla paçasızdı ama umurunda değildi. Titreyen kollarını istekle Michael'ın boynuna sardı.
Harry, alnını onun alnına yapıştırırken kirpikleri aynı hızda inip kalkıyordu. Michael nefes nefese bir şekilde konuşmaya başladığında yağan yağmurun ve çakan şimşeklerin sesleri Harry için yok oldu.
"Bütün gün..." dedi Michael ve daha fazlası mümkünmüş gibi Harry'nin belinde olan ellerini sırtında birleştirdi. "seni aradım."
Harry şok ile sarsılırken gamzesini belli edecek kadar gülümsedi.
"Bende." dedi ama daha fazla cevaba ihtiyacı vardı. "Beni nasıl hatırladın?"
Michael, birleştirdiği ellerinden biriyle Harry'nin pürüzsüz yüzünü okşarken alınları hala birbirine kopyalıydı.
"Rüyamda gördüm desem çok garip olur mu?" dedi ve Harry'nin dağılmış buklelerini siyah neresine geri tıkıştırdı.
Harry derin bir nefes aldığında göğüsleri birbirine değdi. Hayatının nasıl şekillendiğine baktığında içi ürperiyordu. Evren, tesadüfleri kolayca oluşturuyor ve bunu mantıklı bir şekilde düzenliyordu.
''Michael..'' diye fısıldadı.
''Gitmeme izin verme, çünkü yalnız hissetmekten bıktım.''
Michael, Harry'nin her defasında hayran kaldığı kokusunu içine çekerken zorlukla konuşabildi.
''Asla,'' dedi ve dudaklarını Harry'nin yanağına kondurdu. ''seni asla bırakmayacağım.''
Michael, kollarının arasına sokulan çocuğa baktıkça kendinden bir şeyler kaybediyordu. Kendinden geçiyordu ve elindeki tüm imkanlarla onu sevmeye çalışıyordu. Harry'nin ise ayıkken bile tek bir bakışıyla onu sarhoş eden çocuktan ayrılmaya hiç niyeti yoktu.
İkisininde kalbi, bir daha unutmama umuduyla doluydu.
Sınav kağıdı karalamalarla doluydu ve evren istediğini almıştı.
Umudu, heyecanı ve aşkı almıştı.
İkisi de nerede ve kimle olursa olsunlar, birbirlerini seviyorlardı.
Ruhlarının açlığı, tenlerinin doyuşu ile kesiliyordu.
Ve iki çift yeşil göz, güneş altın cüce oluncaya kadar birbirine bakabilirdi.
Parmaklar gerildi, dişler sıkıldı ve bir yıldır tutulan sözler sonunda gerçeğe dönüşebildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
don't let me go :: mirry stifford
Fanfictiondört kez, farklı yerlerde, farklı şekillerde ve farklı zamanlarda tanışıyorlar. fakat sonunda birbirlerini unutmaya izinleri olmuyor.